28 Mart 2008

Çalışan şey tamir edilmez! İkiletmeyin!

Bir süredir blog camiasından uzaklaşır oldum. Zira çok meşguldüm, poker oynuyordum. Yaklaşık 3 gündür bilgisayar başındaki zamanımın tümünü poker oynayarak geçirdim. Bir kere floş açtım. Zor bir şey floş açmak. Poker maceram e2'de yayınlanan Poker Royal hede hödö... programlarını izleyip gaza gelmem ile başladı. Kuralları az çok önceden biliyordum, programla bilgi tazeledim. Oynaya oynaya da bisiklete binmek kıvamına getirdim. Başlarda mynet oyun odalarına giriyordum, henüz beta versiyonunda bir poker bölümü var. Biraz oynadım ama tırt mynetinki. Potu limitsiz tutmuşlar, tabi eldekiler monopoly parası, oynayanlar da türk olunca herkes her konumda rest çeker hale gelmiş. Yazı-tura atmacaya çevirmişler oyunu. Yepyeni arayışlara girdim o yüzden, sonunda aha bunu buldum: Absolute Poker. Oynamak isteyen linkden indirebilir. Kurallar filan basit zaten pokerde, program da basit, hemen çözersiniz yani. İndirin indirin, biraz yalandan parayla oynar alışırsınız, sonra iyice kendinizi kaptırır ortaya dolarları koyarsınız, çoluğunuzun çocuğunuzun rızkını sanal poker masalarına yatırırsınız. Hayatınızı heba edersiniz filan, güzel bir şey yani poker.
Bir de bu süre zarfında, geçen sefer tertemiz bir sayfa açtığım değerli silah arkadaşım Evren dividi raytırımı bozdu. Temiz sayfamızın içine sıçtı! Aslında ben istemiyorum böyle sürekli başkasından bahsetmeyi, bir sürü de arkadaşım var ama bu adamdan başka hangisinin adını okudunuz bu satırlardan, hiç. Bu herif nasıl bir hiperaktif, nasıl bir insan zararlısıysa paso hayatımı etkileyecek bir şeyler yapıp söz ettiriyor kendinden. Ne güzel yatağıma uzanıp film izliyordum lan ben. Takıyodum dividimi, çeviriyodum monitörü yatağıma, yattığım yerden film izlerken uyuyordum, dünyanın en keyifli insanı oluyordum o dakikalarda. Şimdi de nasıl poker oynadığımı filan anlatacaktım. Zamanda kırılmaya yol açtı adam tek hareketle.
Tek hareket değil aslında olayların bir de gelişme süreci var, beni bana onaylatan, çok önemli bir buyruğumu doğrulayan olaylar zinciri var perde arkasında. Zamanında söylemiştim; "Çalışan şey tamir edilmez!" diye. Şimdi en başa dönecek olursak benim dividi pleyırım aylardır bozuktu. dividi pleyırım bozuktu ama ben filmlerimi yatarak izlediğim için sorun etmiyordum onu. Günün birinde bu adam geldi evime, pleyırın bozuk olduğunu görünce ben yaparım bunu diye girişti pleyıra. Nasılsa bozuk diyerek önemsemedim, zaten bozuktu paramparça etse ne değişir. Bir anda beklenmeyen oldu, adam tamir etti pleyırı, tıkır tıkır çalıştırdı. Şaşa kaldım, "çok günahını almışım ben bu adamın, nasıl da uğraştı didindi faydalı bir şey yaptı, sağ olsun, var olsun" diye düşündüm. Aha dedim bu adam artık Evren+1 olmuştur benim gözümde. Kendi de biraz şaşırdı aslında pleyırı tamir etmiş olduğuna ama üzerinde durmadım.
Sonra aradan bir iki gün daha geçti sevinçle geldi bu, "bizim dividi pleyır da bozuldu, onu da aynı şekilde tamir ettim şimdi tıkır tıkır çalışıyor" dedi. "Oha lan sen iyice çözdün lazer okuyucunun sırrını" diyerek sevincine ortak oldum, kendini iyi hissetsin diye verdikçe verdim gazı, vermez olaydım. Yakın zaman aralığında tekrar geldi bu adam bana, oturup film izliyicez. Benim muhteşem çalışan LG marka raytırım da muhteşemliğinden dolayı kıytırık Princo marka DVD'leri okumuyordu, filmi de okumadı, raytırda problem yok yani DVD dandik. Bu verdiğim gazın etkisiyle atladı tabi "dur ben bunu da bir elden geçireyim" diye. Tereddütte kaldım, risk söz konusuydu bu sefer, hani adam ikide iki yaptı ama bi sıçarsa hayatımı derinden etkiler. Nasıl olduysa ikna etti beni ve neticede en güzel tabiriyle raytırımı bir güzel skip attı.(Skip(ing)=atlamak, atlatmak)
Ekstradan bir de kasada probleme yol açtı, bilgisayar açılamaz hale geldi. Sabaha kadar uğraştım, bir şekilde bilgisayarı eski haline getirmeyi başardım. Nasıl yaptığımı bilmiyorum, galiba boarda bir şeyler temas edip kısa devreye yol açıyordu, kurcalaya kurcalaya şans eseri düzelttim problemi. Üzerine bir o kadar da bios ayarlayırla uğraştım. Böylelikle kendisi bir DVD okuyucumu tamir edip, bir de hem DVD okuyucu hem de yazıcımı bozduğu ve sabaha kadar küfür ede ede bilgisayar parçalarını söküp çıkarmama neden olduğu için tekrar Evren-1 oldu. Biliyorum olum okuyosun bunları, böyle de hedef gösteririm direkt isim vererek, hak'ettin.
Buna benzer bir olay daha önce de başıma gelmişti: Sabah saatlerinde internette dolanmaktayken apartman boşluğundan tangır tungur seslerin geldiğini duymaya başadım. Hemen akabinde bağlantım koptu, telefona baktım o da kesik. Sabahın köründe apartmanda yankılanan sesler yükselmeye başlayınca, n'oluyo lan sabah sabah diyerek kapıyı açtım. Adamın teki apartman girişine merdiven dayamış, telefon kutusunu kurcalıyor. "Sen mi kestin lan telefonu?" diye çıkıştım buna o sinirle. mahçup oldu. "Telekomdan gönderdiler beni, kutuyu tamir ediyorum" dedi. O da emir kulu tabi, işini yapacak parasını kazanacak, üzüldüm ilk tepkimden dolayı. "İyi iyi, kolay gelsin. Ne zaman bağlanır telefon" diye sordum. "Birazdan bağlıyorum" diye yanıtladı. Girdim eve beklemeye başladım. Lan 2 saat geçti sesler kesilmedi, telefon hattı da gelmedi. Herif çalışan telefon hattını tamir etmeye gelip, bozdu adeta. 5 saat sonra telefon bağlanabildi, diğer dairelerin telefonlarını da ertesi gün gelip bağladılar. Adam uğraşırken telefonu test etmek için eve girip çıkıyordu arada, kahvaltıyla beraber adamdan çıkartabildiğimiz kadar espri çıkardık baba oğul. Mesleğine, vazifesine lanet okumuştur herhalde biz laf sokarken.
"Çalışan şey tamir edilmez" düsturunu kanıtlamak için de bunlardan daha somut kanıtlar bulunamaz.
Sayın okuyucu, ortalama 70 senelik ömrünün değerli 3 dakikasını evimdeki sürücülerin akıbetini anlatarak harcamak istemezdim. Bir şekilde tepkimi göstermem gerekiyordu, affola.(aloha gibi oldu lan)

Cevval diyor ki:
Çalışan şey tamir edilmez!(3X)
Hayatın hiçbir alanında gaza gelme!
Yatarak film izlemek, sinema salonunda film izlemek kadar keyiflidir! Uykunuz gelmiş ise daha da keyiflidir!


Devamını da oku!>>

24 Mart 2008

Çocuk istismarını durdurun!

"Aaaa, mimim vardı lan benim!", az önce yazdığım bir paragrafı işte bu nidayla sildim. Keşke silmeseydim, bir sonraki yazının girişi o olurdu ama sildim, artık yapacak bir şey yok. Her neyse mimim yoktu mimlerim vardı esasında benim. Hemen başlayalım.
Kronolojik sırayla ilerlersek ilk mim: Zamanda Yolculuk.
Bu mim dalgasının üzerinden hayli vakit geçti esasında, lakin benim içimde patlamışlığı vardır bu dalganın. Zamanında bu mim üzerine düşünmüştüm, "lan biri de bana sallasın şu mimi yazayım" demiştim. Baktım sallayan olmadı, "acaba yüzsüzlüğe vurup mimlenmeksizin yazsam mı" diye bile düşünmüştüm. Boşa düşünmüşüm Buzcevheri çoktan mimlemiş beni de ben görmemişim mimi. Öpülesi mimdi esasında bu, geç de olsa yazıyorum. Mim için teşekkür ediyorum, denyoluğumun göz ardı edilmesini umuyorum.
"Terminator" ve "Back to the Future" ile büyümüş bizler için çok önemli bir fantezidir bu zamanda yolculuk. Bu terimin bakir anlarına, gelişimine tanık olduk hepimiz(bizler olduk yani yeni nesil değil, biz bizleri bizden sayıyoruz hep, diğerlerini dışlıyoruz). Ben zamanda yolculuk yapabilsem bir paradoksu test ederdim büyük olasılıkla. Şimdi mesela kendi çocukluğuma gitsem, ben harici bir ben çocuğun yaşamakta olduğu yıllara. Kendimi alıp geri gelsem, benden iki tane mi olurdu acaba. Veya bir büyük ben, bir küçük beni alıp farklı bir yere götürdüğü ve böylelikle küçük ben olması gereken zamanda ve mekanda büyüyüp serpilemediği ve neticede ben olamadığı için büyük ben de hiçbir zaman bu zaman yolculuğunu gerçekleştirememiş mi olurdu ve yok mu olurdu. Peki ya bir büyük ben, bir küçük beni alıp götürdüğünde yok oluyorsa, küçük ben nerede olurdu. İşte böyle soruların yanıtını arardım. Çok riskli, ama büyük olasılıkla merakıma yenik düşerdim. Devamı, bir sonraki mim konumuz olan "çocuk istismarı"na giriyor. Kendi çocukluğumun istismarı oluyor.
İşin keyifli bölümüne gelecek olursak da ilkel çağlara gitmeyi çok isterdim. Ancak yanımda binbir türlü malzeme ile birlikte. Bir kola şişesi, bir çakmak veya ilkellik derecesine göre bir uzaktan kumandalı oyuncak bile Dünya'yı ele geçirmeme yeterdi o vakit. Tanrılar Çıldırmış Olmalı diye çok eğlenceli bir film vardır, kola şişesi oradan aklıma geldi. Bu filmden haberi olmayanlar kesinlikle bir yolunu bulup izlemeli(şiddetle, ısrarla, döve döve tavsiye). Bir kola şişesinin, ilkel bir kabileye neler yapabileceğini çok daha iyi anlayabilirsiniz filmi izleyerek.
Bu mim dalgası çoktan sahile vurdu sayılır. Ondan tek tek mimlemiyorum, bunları okuyup da konu sıkıntısı çeken herkese açıktır bu mim. "Cevval beni mimlemiş" diyerek yazana itiraz etmem hiçbir şekilde.

Gelelim hassas mime: Çocuk istismarını durdurun!
Bu mimi de pek saygıdeğer, fikir ve düşünce adamı sayın Deli Profesör paslamış bana. Bir mim konusu blogumun konseptiyle bu derece örtüşemezdi herhalde. İlk defa emir cümlesinden mim alıyorum, olduğu gibi de başlık yapıyorum. Şimdi tabi bir takım dingiller çıkıp, "Cevval sen çocuk istismarını durdurun dedin de, durdu mu" diyebilir. O dingillere derim ki; lan ben sizin duyarlılığınıza sokayım! Sen demedin, ben demedim nasıl duracak lan bu o zaman a'şuursuz, git midye topla denize at lan sen önce, bilincin gelişsin. Bu dalgayı başlatanı da öperim alnından, sırf laf sokan ibişlere nispet olsun diye. Böyle de hayalimde konuşturduğum adamlara küfrederim ara ara. Olur bazen.
Çocuk istismarı deyince akla ilk cinsel istismar geliyor. Böyle bir iğrençlik karşısında da "durun, yapmayın, aman mani olun bunlara..." gibi bir tutum sergilemek biraz fazla hoşgörülü sayılır bence. Böyle bir pisliği yapana yapılabilecek pislikleri yazmak blogumun şiddet seviyesini bine katlar... O yüzden üç noktanın yerine bir şeyler koymak için hayal gücünüzü asabiyetinizle birleştirmeniz ve bir Osmanlı İşkenceleri kitabı edinmeniz yeterli.
Bu istismarın sonradan akla gelen farklı boyutları da mevcut, toplumun büyük çoğunluğu tarafından göz yumulanları özellikle. Çocuk hakları üzerine biraz bilgi için vikipedi yardımcı olur herhalde, üşenmeyiniz bilgileniniz.
Çocukların, işçi olarak istismarı bu diyarlarda pek yaygın. Ben ki salt para kazanmak uğruna blog açan, fikrini düşüncesini para getirenine göre kaleme(klavyeye) alanlara kin kusarken, bir insanın sırf daha fazla kazanabilmek uğruna çocukları kullanışını hayatta küfürsüz geçmem. Bu göt herifler ucuza bacak kadar çocukları ağır, pis işlerde çalıştırır. Onlara bir gelecek vadetmez, bir zanaat öğretmez, kaybolan geleceklerini de zerre ziklemezler, sırf kendi menfaatlerinden hepsini hiçe sayarlar. Aynı zamanda usta çırak ilişkisini götlerinden anlayıp bir güzel de egolarını tatmin ederler. Böyle umarsız bir yavşakta karşısındakinin çocukluğunu, tecrübesizliğini, psikolojisini düşünecek incelik de kolay kolay bulunamaz. Bu çocuklara kızılır, bağırılır, aşağılanır, ruhen fiziken yıpratılır. Günü gelip de kollarına güç geldiğinde birer psikopat olmaları için her uygulama gerçekleştirilir. Çocuk işçiler bence "durdurun!" denebilecek nitelikteki istismarların başında gelmekte.
Okullardaki dayak olayı da bence ciddi ciddi çocuk istismarına girer. Konuyu fazla saptırmak istemiyorum ama gözlemlediğim kadarıyla orta yaşlı bayan öğretmenler bu konuda çok başarılılar. Menopozla mı ilişkilidir, yoksa o yaşlardaki kadınlarda bambaşka bir sadistlik mi baş göstermektedir bilemiyorum ama el kadar sabiyi tokatlamak ruh sağlığı yerinde bir insanın yapacağı iş olmamalı. Alayından tiksiniyorum, öğretmen filan demiyorum ciddi ciddi tiksiniyorum.
Çocukluğumdan hatırladığım bir şarkı da:

Aç kapıyı bezirgan başı
Bezirgan başı....
Kapı hakkın ne verirsin?
Ne verirsin?
Arkamdaki yadigar olsun
Yadigar olsun
Bu da böyle çocukluğumdan hatırladığım gereksiz, saçma bir oyunun şarkısıdır. İlk aklıma bu geldi yazdım valla. Osmanlı ayarında çocukluk geçirmişim, ilk kez farkediyorum.
Bu mimi Cemali Safa'nın güzel yazabileceğini düşünüyorum. Biyo da gayet güzel yazar aslında. Yazar yazar niye yazmasın. Mimledim ikinizi de.
Not: Bu yazıda "mim" kelimesi, iki kelime öncekiyle birlikte, tam olarak 24 kez kullanılmıştır.
Mim: 25(yuvarlak olsun)

Cevval diyor ki:
Çocuğu istismar edeni döverim!(gayet açık ve net)
Kendi çocukluğumu yanımda gezdirsem, kendimi nasihat manyağı yaparım!
İlkel kabilenin yamyam olmayanı makbuldür!


Devamını da oku!>>

15 Mart 2008

Her önüne gelenle kaynaşılmaz!

Karşı cins ile çok çabuk kaynaşabildiğimi düşünüyorum. Yok yani yanlış anlaşılmasın, öyle çok yakışıklı, karizmatik, etkileyici vs... olduğum için değil, öyleyim ama o yüzden değil hehehe. Sadece istediğim an sempatik olabildiğim ve hemcinslerimin, kendi hemcinslerinin sempatikliğine zerre prim vermedikleri için. Öyle olsa tüm insanlık ile çabuk kaynaşabilirdim. Uyarıyorum; kaynaşma eylemini abuk subuk yönlere çekenler ile altlı üstlü kaynaşırım, esnetmeyelim lütfen. Herneyse örnekle açıklayayım; eğer alengirli bir işi halletmem gerekiyorsa(içinde zeytinyağlı yaprak dolması bulunan kargoyu gönderebilmek, pvc kaplaması yırtıldığı için üzerinde soğuk damgası bulunmayan kimlik ile işlem yapabilmek gibi) ve muhattabım bir kadın ise hiçbir pürüze takılmadan işimi halledebiliyorum. "merhaba" diyerek karşısına geliyorum, gülümsüyorum, sevimli oluyorum, sıkıştırabilirsem araya bir espri sıkıştırıyorum, sıcakkanlı girişken insan kılığına bürünüyorum. Tüm gün boyunca binbir çeşit insan ile cebelleşmiş bayan kişi, karşısında sıcakkanlı birini bulunca değerini anlıyor, onu nimet belliyor. Duygusal yapılarının bir etkisi sanırım veya altında daha derin bir neden var, bilemiyorum. Ama işe yarıyor, tecrübeyle sabit.
Geçenlerde Altunizade'ye gittim demiştim, yine gittim. Yorumlar arasında denizcilik sektöründe olduğumu da söylemiştim, hala öyleyim. Bu sefer Simay Kaptan adında biriyle görüşmem gerekiyordu(lan isim de verdik ama sakata gelmesek bare), ismi duyduğum anda kendime güvenim yerine geldi. Ahanda dedim bir bayan kaptan, biraz da gençse, ki yaşlı bayan kaptan ile karşılışmışlığım yoktur şu diyarda, korkacak bir şey yok. Sanki çoktan işim hallolmuş gibi sevindim bir gün önceden.
Ertesi gün de sabahtan kalktım, tıraşımı oldum, kılığımı kıyafetimi bir güzel uydurdum, damlasına kıyamadığım parfümümü zulasından çıkardımi bileklerime kadar boca ettim. Kendime hem prezantabl, hem de sempatik bir görünüm kazandırdım.
Kendimi öyle bir şartlamışım, öyle bir inandırmışım ki sempatikliğe, güler yüzlülüğe, yol boyunca karşıma çıkan herkesle neşeli diyaloglar kurdum. Lise talebesinin teki sigara istedi, gülümseyerek verdim, "bir tane daha versene cigara yapıcam" dedi, onu da gülümseyerek verdim. "Al al tabi onbeş yaşında esrar kullanmayacaksın da ne zaman kullanacaksın, afacan seni keh keh" diyerek sırtını sıvazladım.
Görüşmeyi yapacağım binaya vardım, sekretere gelme nedenimi, ismimi cismimi sırıtarak bildirdim. "Simay Kaptan içeride, sizi bekliyor" dediler. Odaya daldım, toplantı salonu gibi bir yerdi, içeride sandalyelerden birine oturmuş, saçına sakalına ak düşmüş bir adam! Tereddütle, "Simay Kaptan?" dedim, "Buyrun" dedi. O an anladım ki "Simay" ismi unisexmiş ("unisex"in de tek kelimelik bir Türkçe karşılığı bulunmuyormuş). Bahtıma, o güne kadar karşılaştığım bütün Simay'lar bayandı.
Şoku atlattım, maruzatımı bildirmeye başladım. 24 saat boyunca o anı kafamda nasıl gerçekçi kurduysam, suratımdaki ifade bir türlü adamın ciddiyetine erişemedi. Bir ara ben yine hiçbirşeye gülerken, kafasını kaldırıp öyle bir baktı ki, adam adeta gözleriyle "alllaaann yavuşşaa!" dedi. Dünya'da sempatik yaklaşılması gereken son adamın karşısında oturduğumu da işte o an farkettim. An ve an kişilik bölünmesi yaşadım. Farkındalıklarım kendime güvenimi taban yaptırdı.
Bu üsttekileri iki gün önce yazmaya başlamıştım ben, bitirmek nasip olmadı. Arada başka şeyler de oldu, yanılmıyorsam 4. paragrafı yazarken değerli silah arkadaşım Evren(The Marine filmi ile yedinci sanattan tiksinmeme neden olan, kin güdülesi arkadaş) aradı. Lost'a heves etmiş, gitmiş almış ilk sezon DVD'lerini. Yeni format attığı bilgisayarında Windows Media Player vasıtası ile izlemek zorunda kalmış. Player'ın kıytırıklığına kendi saflığı da eklenince bölümleri 4'er 4'er atlayarak izlemiş. İlk DVD'yi takıp ilk bölümü seyretmiş, media player ilk bölüm sonunda durunca onu çıkarıp 2. DVD'yi yerleştirip onun ilk bölümünü de, yani 5. bölümü, 2. bölüm niyetine izlemiş. Böyle böyle 6 DVD'den 6 bölüm izleyip, hiç bir skim anlamamış diziden. Çok güldüm telefon başında, içten içe "ohh olsun" dedim. Bana çektirdiği eziyetin cezası bundan öte olamazdı, benim çektiğim işkencenin diyeti anca Dünya'nın en güzel dizisini piç etmek olabilirdi. Artık durum eşitlenmiştir, değerli silah arkadaşım Evren'i artık o talihsiz olayla anmayacağım. Pırıl pırıl bir sayfa açıyorum, dostluğumu baştan inşa ediyorum.
Yukarıdakileri yazdıktan sonra da maça gittim. Peştaş-Trazbospor. İki takımla da alakam yok ama dedem fanatik. Ciddiyim. Sırf fanatik Beşiktaş taraftarı dedem yalnız kalmasın oralarda diye gittim. Az önce geldim maçtan. İyi oldu ama geçen sefer hayatımda enteresan bir şey olmayınca çok hüzünlenmiştim. Yakında apayrı vukuatlar yaşarım, onları yazarım demiştim. Öyle de oldu, çok mutluyum. Hee bir de gidip yerinde görmüş oldum Beşiktaş'ı. Haftaya her türlü çakarız, bir numaraları yokmuş hehehe. Hadi topuk.

Cevval diyor ki:
Tutmadığın takımın maçına gittiysen, çevrendekiler ile diyaloğa girme!
Yattara aslında Ronaldinho'dur!
Microsoft'un hiçbir şeyi kullanışlı değildir! Sadece Windows bağımlılık yapar!


Devamını da oku!>>

10 Mart 2008

Ayıp her yerde olur!

İki üç gündür oturuyorum klavye başına, "blogu da güncellemedik ayıp oldu bir şeyler karalamalı" diyorum. Düşünüyorum, yazacak bir şey bulamıyorum. "en iyisi ben blog okuyayım", diyorum akabinde. Okuyorum, yorum yazıyorum. Yorum yazarken okuduklarımı çıkış noktası alarak harika ayrıntılar yakalıyorum. Her bir yorumu üç paragrafa varmadan sonlandırmıyorum. "enter"a basmadan bir an düşünüyorum; "ben bu yorumu direkt kopyalasam da kendi bloguma yazsam pek şahane olur", diye. Sonra da "ayıp olur, yorum bu postun hakkı" deyip vazgeçiyorum. İşte hayatım böyle kime, neyin ayıp olacağını düşünmekle ve sürekli kendi kendime bir şeyler demekle geçiyor. Çok korkuyorum birilerine ayıp olacak diye. Günlük hayatta her türlü aktivitem ile utanmazlıkta sınır tanımazken, nedense blog mevzuğunda çekingen oluveriyorum. Yazmak insanı böyle yapıyor, bambaşka bir adam olmasını sağlıyor. Her detayın üzerinde düşünmenize yarıyor. Yapacağınız herşeyi prensip süzgecinden geçirmenizi gerektiriyor. Buraya yazarken siliyorum, düşünüyorum, yazıyorum, tekrar siliyorum, "bağlacın bokunu çıkartmışım lan bu cümle çok dandik olmuş" diyorum, cümleleri tekrar düzenliyorum. Halbuki normalde ben mal gibi konuşuyorum. Ucu nereye dokunur hesap etmeksizin ağzıma geleni söylüyorum. Pot kırıyorum, toparlamaya çalışırken iyice sıçıyorum. Arada kendi kendimle çelişiyorum. Bir anlık heyecanla abuk işlere kalkışıyorum.
Yazmak adamı işte böyle düzeltiyor, kendine "geri al"(undo) komutu ekletiyor. Mesela az önce "undo komutu" yazacekken bir an beni düşündürtüyor(dürtüyor), "ingilizin köpeği misin olum sen, adam gibi Türkçe'si yok mu bunun" diyor bana. Yazdıktan sonra da "geri al ne olum undo yazsan herkes anında anlayacak halbuki", diye dürtüyor. "undo"yu parantez içine aldırtıp orta yolu bulmamı sağlıyor. İşte ben bu yüzden blog yazarı, biraz yazara benzemeli diye düşünüyorum(konuda uzun atlama rekoru). Tamam lan tamam, o yüzden düşünmüyordum aslında ama şimdi farkettim de güzel bir neden yani.
Blog yazmak, beni her cümlesini beş dakika düşündükten sonra konuşan ben yapıyor. Geçenlerde de bahsetmiştim, zamanı durdurabilsem kitleleri yönlendirirdim. Ağzımı her açışımdan önce zamanı durdurur, söyleyeceklerimi bir süre kafamda toparlar, en iyi sonucu alabileceğim, en akıllıca olanını bulur, çat diye söylerdim. Yeri geldimi muhteşem laf geçirirdim. Sevmediğim adamı maymun ederdim. Nasıl bir doğa üstü yetenek seçtiysem, her gün farklı bir avantajını farkediyorum. Mümkün müdür acaba zamanı durdurmak. Rus bilimadamları kasıyo ama onlar işin gezmesinde gibi geldi bana.
Yeter lan! Ayıp olacak diye diye roman yazdım, bitti. İki üç gün içinde kesin enteresan şeyler olur hayatımda. Yazdıklarım da o oranda verimli olur. Bu kadar malzemeyle anca bu çıktı. Hadi roket.

Cevval diyor ki:

Blog canlı değildir, ayıp olsa da sorun olmaz!
Okur canlıdır, ona ayıp olur, sorun da olur!
Yorumu gönderene kadar kimse yorum yazdığınızı farkedemez!


Devamını da oku!>>

4 Mart 2008

Yabancı dil bilmiyorsan çeviri yapmayacaksın!

Ne pis sıcak yapmış İstanbul bea! Bir iş görüşmem vardı bugün, sabahtan fırladım oraya gittim. Ara ara ter bastı, ağzım filan kurudu, ceket fazla gelir oldu. Elimde, içine su şişesi sıkıştırılmış ceketle dolandım ortalarda(takım elbise ceketi değil bu, tiksiniyorum takımdan). Uzun zamandır da yanımda su ile gezinmemiştim, ayrı bir tat aldım bu günden.
Eve gelirken de bakkalıma uğradım sigara almak için. Her gün mütemadiyen uğruyorum bu bakkala. Dükkanda bir yaşlı amca vardı, bakkalın kendisi(bakkalı işleten adam, dükkan olan değil) yan tarafta namaz kılıyor. Amca girdiğim gibi, ağzımı açamadan "ben bilmem, bekleyeceksin" dedi, namaz kılan işletmeciyi göstererek. Biraz bekledim, sonra sabırsızlandım "amca ben sadece sigara alacaktım ama..." diye sitem ettim. O da bana "çok mu acelesi var?" dedi. Lan hayran kaldım var ya adamın söyleşine. 80 yaşında hacı amca Aristotales oldu bir anda gözümde. Öyle klas söyledi, öyle güzel geçirdi ki lafı, mal oldum orada. Hayatımın mesajını aldım amcadan. Ağırdan alacaksın, sabretmeyi bileceksin, akışına bırakacaksın, herşey kendiliğinden olur, merak etme dedi bana adeta. Çok etkilendim.
"bakkal" kelimesi de ne kadar işlevseldir. Hastanenin adının "doktor" olması gibi bir şey aslında, düşününce.
Böyle düşüne düşüne eve geldim. Arkadaşımdan aldığım American Gangster filmi duruyordu bir kenarda, onu izlemeye koyuldum. Hayatımda film izlerken hiç böyle sinirlendiğimi hatırlamıyorum ben. Bir sinemasevere yapılabilecek daha büyük bir saygısızlık hayal edemiyorum ben. Binbir türlü laf cambazlığı yapıp savunduğum korsan sektöründen böyle bir ihanet beklemiyordum ben. Filmin altyazılarını hazırlayan dingile çok pis duygular besliyorum ben. Lan hadi ben, ingilizcem Harlem'de geçen bir filmin tüm detaylarına varmaya yetmediği için altyazıya ihtiyaç duyuyorum. Peki ya sen hiç ingilizce bilmezken neden çeviri yapıyorsun be eşşoleşşek. Adam resmen filme senaryo yazmış. Karşılıklı oturup konuşan iki adamın mimiklerine uygun cümleler uydurmuş, sıralamış altyazı diye. Çok küfrettim kendisine. Ben bunu hakketmedim.
Fenerbahçe de çeyrek finale çıktı, Ahmet'e konuşma baloncuğu eklemiştim geçenlerde, kendine karşı benden daha insafsız olacak ki bikini giymeyi göze almış. Ben yapamazdım yani, utanırdım. Giydiremezdim Ahmet'e PhotoImpact'de bikini. Heyecanlı maçtı ama bir ara spiker gaza gelip "Alex, Kanoute'yi maymun etti adeta!" filan dedi. O kadar heyecanlıydı yani, yayıncıya RTÜK'ü unutturup insanları aşağılattıracak kadar heyecanlıydı.
Macera dolu bir gün daha böyle sonlandı. Sonlanalı da 4 saat oldu. Ben buna bir başlık uydurup yarına hazırlansam iyi olacak artık. Hadi naş. (yazarken dinledim: Culcha Candela-Back to our roots)
Yarın oldu anlattıklarımın hepsi dündü, başlığı uyduramadan uykuya yenik düştüm ben. Bugün de hiçnir şey olmadı. Kahvaltı ettim başka da bir olayı yok. Düne özeniyorum vallahi, gıpta ilen anıyorum dünü.

Cevval diyor ki:
Karşılığında sadece "ben haklıydım" diyebileceğin iddialara girme!
Yaşlı insanların bunamamışlarından hayat dersi al!
Dün bugünden daha eğlenceliyse yarının planını yapmaya başla!


Devamını da oku!>>