28 Şubat 2008

Aptalı dolandır! Ülkeyi kalkındır!

Geçenlerde şu blogda okudum. Haluk Levent işadamlarını dolandırmış, mağdur işadamları bir televizyon programına çıkıp dert yanmış. Takdir ettim Haluk Levent'i. Pek hazzetmem esasında Haluk Levent'den, anadolu rocktan filan. İsim komik en başında; anadolu rock! "Siirt Blues" ne kadar komikse, o kadar komik. Fakat kendine "işadamı" diyen birilerini dolandırması hoşuma gitti Haluk'un. Bu tip durumlarda ben hep dolandırıcıdan yanayım. Nasıl ki Oceans 11, 12, 13, 14...32649471(emperyalizm) filmlerinde herifler binbir türlü çakallık ilen soygunu gerçekleştirsinler, parayı kaldırsınlar istiyoruz, aynı onun gibi.
Mesela yakın zamanda bir haber okumuştum, pek yakın değil galiba üzerinden hayli zaman geçmiş olsa gerek, yine de linkini buldum(linki bir forum sitesinden buldum ama ben zamanında gazetede okuduğuma eminim bu haberi, gerçek yani internet efsanesi değil). Herneyse birkaç zekasına ve yeteneğine hayran kaldığım insan, saf ve zengin müminleri "ben İsa'yım, aha bu Hz Muhammed, bu arkadaş da Allah!" diyerek 2.5 trilyon(ETL) dolandırmıştı. Rakam abartı gibi geldi ama yine de tanısam tek tek ellerini sıkarım bu adamların. Müminlere garezim olduğundan değil tabi, günün birinde biri beni dolandırmayı başarırsa ben o adamın da elini sıkarım, "sen benden daha akıllıymışsın, paramı almayı başardın bravo" derim. Ben çok akıllıyım, kolay kolay dolandırılmam o ayrı konu. Bir insanın zekası oranınca parayı hakkettiğine inanıyorum ben. Dengeler bu şekilde sağlanabilmeli. Aptal adamın elindeki para da aptalca harcanır, boşa gider, ziyan edilir, paraya hakaret olur. Bu şekilde el değiştirmesi, daha zeki birinin elinde değer kazanması Dünya açısından daha hayırlı bence. Aslında bu örnekteki adamların öyle çok zekice bir plana sahip oldukları da söylenemez ama "ben Allah'ım" deyince inanacak zengin kişileri bulmuş olmaları bile takdire şayan.
Vicdansızlık ile karıştırılmamalı tabi ki. Olay, fakir fukaranın cahilliğinden faydalanıp elindeki 3-5 kuruşu almak değil. Elinde hakketmediği kadar parası bulunandan almak. Yasal olmalı bence bu, böyle bir tasarı getirilmeli meclise. Sonuçta kimseden zorla para almıyorsunuz, o size veriyor. Siz düşünüp taşınıyor, adamın parasını çıkartıp size vermesi için anlayamayacağı bir yol buluyorsunuz ve o kendi rızası ile parasını size veriyor. Mat etmiş oluyorsuuz onu, akıl oyununda üstün gelmiş oluyorsunuz. Suç olarak değerlendirilmesi çok saçma bence. Hem belki de o adam gerçekten Allah, aksini kim nasıl ispatlayabilir ki. "ben aslında Babil'in Asma Bahçeleri'yim, insan şekline büründüm" veya "cebimde Optimus Prime var, başkası bakınca görünmez oluyor" desem, inanan birilerini bulamam ama aksini ispatlayabilecek birini de bulamam. Adam onu Allah kabul etmiş, vermiş parasını. Allah ile kul arasına girip, neden Allah'ı tutukluyorlar ki, çok saçma.
Böyle yazarken aklıma geldi; zamanında biri bana sormuştu "Hz Muhammed, Atatürk ve Optimus Prime denize düşse hangisini kurtarırdın" diye. Aklının çalışma biçimine hayran kalmıştım nedense, belki o da farklı bir kaynaktan edinmiştir bu vecizeyi, bilemiyorum. Burada bitiriyorum boku çıktı, islam aleminden çok tepki görecek espriler doldurdu zihnimi bir anda, sakata gelmeden sonlandırmalı.
Muhafazakar düşünüp ayrıntılara odaklanmayın, mantığı kavrayın. Hadi usame.

Cevval diyor ki:
Beni dolandırabilene para hediye edicem!
Denize düşen herkes boğulmak zorunda değildir!(götünü yukarda tutunca batmıyorsun)
MSN'imi açıp birine "usame" yazacak olursanız, pencerede el sallayan Usame Bin Ladin belirir! (açıklayan buyruk)


Devamını da oku!>>

25 Şubat 2008

Zamanı durdurur, hepinizi tek tek Honolulu'ya taşırım!

Goddess Artemis mimlemiş beni, mim konusu; sahip olmayı istediğimiz üstün nitelikler. Çok hoşuma gitti, yazmak isteyip de hatırlayamadığım(nasıl oluyorsa artık) bir şeyleri yazmama imkan tanıdı böylece. Üstün niteliklerin ne derece üstün olabileceği kafama takıldı aslında biraz. Yani süper kahraman ayarında üstün nitelikler midir, yoksa standart insanın ulaşabileceği en üst mertebe midir diye düşündüm ansızın. Ama ben fantastik seviyorum, o yüzden süper güçten öte bir şey oluştu kafamda; Zamanı durdurabilmek!
Öncelikle bana bir çocukluk fantezimi hatırlattı bu mim. Hatırlayanlar vardır, zamanında Parliament Pazar Gecesi Sineması efsane olma yolunda ilerlerken, bir de eşantiyon geceyarısı korku kuşağı(The Twilight Zone) bulunurdu Star ekranlarında. Cuma veya Cumartesi geceleri yayınlanırdı, yanlış hatırlamıyorsam. 2-3 kısa hikayeden oluşurdu program. Harikuladeydiler veya o yaşta bana çok etkileyici gelmişti bilemiyorum, fakat bu programın bir çok bölümünü unutmam. En etkileyeni ise bu yaşa kadar hayallerime yön vermiştir. Hikayede, hayatından bezmiş bir ev kadını bahçesinde bulduğu tılsımlı bir kolye sayesinde zamanı durdurabilmeye başlıyordu. Hayatına renk katıyordu, alışkanlık haline getirip her türlü sıkıntısından bu özelliği sayesinde kurtuluyordu. Hikaye, finalinde boka bağlıyordu ama, bence korku öğesi içermesi gerektiği için o şekilde sonlandırılmıştı, biraz da zorlama olmuştu aslında finali. Bence zamanı durdurabilmek harika bir şey olurdu, görünmezlik, lastik uzuvlar, telekineti, he-man(ne saçma isimdir) filan yalan yani yanında. Şahane getirileri olabilirdi bu özelliğin bana. Mesela; zamanı durdurduğum esnada yaşlanma sürecim de duracağından hayli uzun bir hayat sürerdim. Bir şeye vakit ayırma sorunu ortadan kalkardı, bu postu yazmak 1 saniyemi bile almazdı. Zamanı durdurur yazar, hatta akabinde uzunca bir süre Total War oynardım. Sıkılıp birileriyle iletişim kurmak istediğimde basardım kainatın oynat tuşuna. Erken kalkmam gereken bir sabah zamanı durdurup, uykumu alıp, güzel bir kahvaltı üzerine kahvemi sigaramı içerken gazetemi okuyabilir, tembelliğe doyduğumda gitmem gereken yere gidebilirdim. Bu özelliğim sayesinde şahane pislikler de yapabilirdim. Sevmediğim bir insan karşımda otururken zamanı durdurup onu bir binanın çatısına taşıyabilir, yaşadığı parapsikolojik deneyim neticesinde ömrünün kalanını kekeme tamamlamasını sağlayabilirdim. Kendinizi, bir saniye sonra kadınlar hamamında bulduğunuzda yaşayacağınız şoku düşünün(derin dondurucudaki carte dor kutusunun içinden patlıcan musakka çıkması gibi). Ayriyetten zaman durduğu anda bütün Dünya benim sayılır, herşey kullanımıma açık hale gelirdi, bir helikopteri kullanmaya çalışabilir, galerinin tekinden bir Mustang(67) alıp test sürüşüne çıkabilirdim, istediğimde. Kolay kolay da ölmezdim, herhangi bir kazadan kurtulmak çok kolay hale gelirdi benim için. Zaman durmuşken kullanmakta olduğum helikopter düşerse o başka tabi. Aslında böyle anlatıyorum ama çocukluğumdan beri bu konu hakkında kafamı kurcalayan bazı şeyler de var. Mesela zaman durduğunda, insanlar donup kalıyor tamam da onlar ile birlikte hava akımı vb... herşey durmuş oluyor. Ben hariç herşey o saniyedeki vaziyetiyle bekliyor. Hareketliliğini kaybedip, donup kalmış havayı teneffüs etmek imkansız olmaz mı veya bir otomobilin deposunda çalkalanan benzin de donup kalıyor öylece. O arabayı çalıştırmak mümkün olur mu, yerçekimi etkisini nasıl sürdürecek, herhangi bir şeyi kıpırdatma imkanı ne derece mümkündür. Ben işte böyle bir çocukluktan geliyorum, o yaşta bu derece fantastik fizik problemlerine yanıt arayan çocuğun sonu bu oluyor, ibret alın. Yine de düşündüğüm gibi olabilse ne kadar eğlenirdim lan. Çok güzel olurdu cidden he.
Bu arada hikayenin sonunda kadının(bezgin olan) yaşadığı şehire bir nükleer füze atılıyordu, kadın bu esnada panikleyip zamanı durduruyor ve havada asılı duran füzeyle başbaşa kalıyordu. Yani, ya o şekilde zamandan yoksun sonsuza kadar yaşayacak, ya da ölecek gibi bir sonuç ile bitiyordu hikaye. Kafama nükleer füze atılma ihtimali nedir peki, euheuh hade lan!
Mimenzi: Okyanustaki Rüzgar, Kuzen Şeftali, Mae Blog

Cevval diyor ki:
Çocuğuna sakın korku filmi izletme!
Twilight Zone'un tüm bölümlerini indir, dvd'ye at, bana getir!(kotalı olum benim internetim)
Gelirken iki bira bir de cips kap!(oturur birlikte izleriz)


Devamını da oku!>>

20 Şubat 2008

Küfrü hak edene acımam!

Ahmet Çakar vardı, eski hakem, hepiniz biliyorsunuzdur. Bu aralar, sunmaya başladığı yarışma programı ile unutulmaz geyiklerin gündem maddesi olmaya başladı. Çok sinirlendirdi beni, başlarda güldürüyordu ama sonradan sinirlendirmeye başladı.
Geçenlerde babamla oturmuş kanaldan kanala zapıp, otostopçunun galaksi rehberi tadında maceralar yaşarken dumur olimpiyatlarında rekora koşturdu bizi bu Ahmet. Ekranda, tahayyül etmesi güç bir görüntü ile karşılaştık birdenbire. Bir kadıncağız, bu ruh hastasının yarışmasında finale gelmiş, son soruyu bildiği takdirde kazanacağı miktar 179.000 YTL. İşin hinliği bir de teklif var 8.000 YTL, isterse soruyu cevaplamaktan vazgeçip sekiz bin yeteleyi alabiliyor. Dumur noktası ise soruda, çok net hatırlıyorum aynen şu şekilde: 1966 Dünya Kupası'nda çalınan kupayı bir çöplükte bulan köpeğin ismi nedir? (ebeenhamı) Biz kumandaya sihirli bir şeymiş gibi bakarken, kadıncağız da artık nasıl bir tuhafsa, düşünüp düşünüp "ayy ben kendime kızıyorum, nasıl bilemem bunu" diyor. "Soruyu cevaplıyorum: Ahmet Çakar!" diyeceği yerde. Lan parayı vermeyeceksen adam gibi söyle, ümitlendirme insanları. Dikkatimi çekti, bu rezalet programı bir iki defa baştan sona izlemeye çalıştım, tam olarak başaramasam da(dayanılması gerçekten güç), programın insanların acıları üzerinden reytinge ulaşmaya çalıştığını farkettim. Süpersonik sunucumuz Ahmet ile yarışmacılar arasında genelde şu tip diyaloglar geçiyor.

-Paraya çok mu ihtiyacın var Memet!
-Evet Ahmet bey çok zor durumdayım, bu para benim tek kurtuluşum. Borçlarımı ödeyeceğim bu parayla.
-Kime borcun var Memet, tefeciden para mı aldın? Öldürecekler mi seni? Stüdyonun kapısında mı bekliyorlar yoksa?
-Ahmet bey kurtarın beni, hayatım tehlikede ühühü ühü...
-Bu para senin son umudun mu Memet?
-Ühühü snıf snıf.
-Daha önce de bacağından mı vurmuşlar seni Memet, o yüzden mi topallıyorsun sen?
-Ahmet bey bokunuzu yiyim, parayı kazanamasam da polis filan çağırın bare.
-Senin sesin güzelmiş Memet, hadi bize bi türkü söyle.
-Yaralıyam yaralıyaaaam, gözü yaşlı parasızaaaammm....

Lan bu ne! İnsanları maymun etmek niye. Sonradan düşündüm çok yaygın bu, özellikle haber bültenlerinde çok insafsızca uygulanan bir yöntem. Mesela geçenlerde ruhsatsız havai fişek imalathanesi patladı, felaket yaşandı. 21 kişi can verdi, 100'den fazla yaralı... Kanalın tekinde "son dakika" anonsu eşliğinde izliyorum haberi. Bir yaşlı teyzecik gelmiş, oğlunu arıyor. Öldü mü, sağ mı belli değil. Kadın çaresiz ne yapacağını şaşırmış, gördüğüne oğlunu soruyor. Yavşak habercilerimiz de doğrultmuşlar kameraları kadına, surata zum, göz yaşlarına zum, titreyen ellere zum, izleyeni ağlatana kadar zum. Onlardan yavşak olmasın, haberi montajlayan kardeşimiz de vermiş alttan "Requiem for a Dream"i, dını dınıı-dını dını dını nını nı... olmuş sana haber. Bir gariban kadının acısı böyle sömürülür mü, reyting malzemesi yapılır mı? Fona müzik koyulur mu? A'salak evlatlarım benim.
Skindirik dizilerinde, üçüncü sınıf oyuncular ile yakalayamadıkları duyguyu yakalamışlar tabi, kaçırılır mı hiç. Hemen akşamında, patlamada anneleri ölmüş 3 çocuğun evine gitmişler, dizmişler kanepenin üzerine ağlatıp ağlatıp çekim yapıyorlar. Aradan 3-5 gün geçti, aynı çocuklar evden atılıyormuş, yine müzik eşliğinde ağlatılıyorlar. Annelerinin mezarına götürdüler, orada da ağladılar. Dizi çeviriyor eşşoleşşekler! Bir insanın yaşayabileceği en büyük üzüntü böyle bir boka alet edilir mi lan hiç. Rahat bıraksanıza insanları, göt herifler! Sizin habercilik anlayışınızın içine sıçayım ben! Lan var ya, şu blogda böyle sinirlenerek bir şey yazmışlığım yoktur benim. Klavyeyi bu kadar hunharca kullandığım görülmemiştir benim. Bu haberden para kazanan televizyoncunun da, buna prim veren seyircinin de kafasını zikiyim. Küfürbaz ettiniz lan beni!
Bu post kafamda tasarladığım kadar eğlenceli olmadı ama iyi oldu, iyi. Deşarj oldum lan! Bu arada köpeğin ismi Pickles'miş, kupayı çöplükte bulan.

Cevval diyor ki:

Televizyonun insanı küfürbaz yapabileceğini farket!
Bahsettiğimin bir benzeri ile karşılaşırsan kanalı değiştir! Reyting kaybetsin şerefsizler.
Dünya kupasının da bir kokusu olduğunu unutma! (yoksa nasıl bulsun lan köpek)


Devamını da oku!>>

15 Şubat 2008

Mimi bile başarısız yazarım!

Mae Blog mimlemiş beni, demiş ki: Cevval, sence başarısız blog nasıl yazılır.? Ben de diyorum ki: U came to the right place. Elvis dedi aslında, tam yazarken "Trouble" çalıyordu denk geldi, hislerime tercüman oldu, yoksa ben Türkçe söylerdim yani. Winamp canlanmaz diyenlere de kapak olsun bu. Başarısız blog aynen benim yazdığım gibi yazılır. Benimkinden daha başarısız blogu da şu adamdan başkası yazamaz(izleyin, şaşılası).
Öncelikle bir konu tutturmamanız gerekli, yani siz blogunuzda fikirlerinizi mi belirtiyorsunuz, günlük mü tutuyorsunuz, teknoloji haberi mi veriyorsunuz, siyaseti mi irdeliyorsunuz, şifreli mi yazıyorsunuz, seri katil misiniz kimse anlamamalı. Ondan sonra, kesinlikle reklam kabul etmemeniz gerekir, böylelikle ortada bir başarı kıstası da kalmaz. Blog ne zaman başarılı addediliyor, hit yaptığı zaman, dolarları getirdiği zaman. Ortada hit ve dolar olmayınca böyle bir sorun da kalmıyor, hükmen başarısız sayılıyor. Gözlemlediğim kadarıyla başarısız blog yazmamak için benimkine benzer bir taktik kullanan blogcular var. Onlar da başarısız blog yazmamış olmak için hiç yazmamak tekniğini kullanıyorlar. Hit getiren konular, gündeme gelenler, arama motorlarını meşgul edenler itinayla kopyalanıyor, linkleri veriliyor. Yazma işi ortadan kalkınca başarısız blog yazmak da imkansız oluyor. Başarısız blog yazmak yerine başarılı blog yapmış oluyorlar. Aslında o yöntem çok karlı, hem dolar ve hitden kaybedilmez, hem de klavyeye gerek kalmaz, sadece mouse yeterli.
Buraya kadar tamam ise ayrıntılara geçiyorum:
Postlarınızı her zaman uzun tutmalısınız, maddelere ayırırsanız okunması kolaylaşır çok okunur, mesela ben bunları yazarken "1-hede hödö yapmayın. 2-cart curt hiç okunmaz" yazsaydın insanların okuması kolaylaşırdı. O yüzden yapmamalısınız, dümdüz yazın aklınıza geleni. Okuyanlar "yazının devamı" linkine tıklayıp pencerenin dışına uzayan satırları gördüğü zaman "hayat çok kısa" demeli, okumaktan vazgeçmeli(vazcaymak diyen insanlar var, hiç sevmiyorum o insanları). Az önce, parantez içinde yaptığım gibi hareketlerinden hoşlanmadığınız insanları aşağılamalısınız. Sizin "uyuz oluyorum" diyerek nitelediğiniz davranışı sergileyen insanlar otomatikman size uyuz olacaktır(otomatikman en uygun kelimeydi, türkçe mi diye araştırdım valla var türk dil kurumunun sözlüğünde).
Uzun postlarınızın arasına küfür sıkıştırırsanız, canını göze alıp okumaya devam edenlerin arasından küfürden rahatsız olanları elemiş olursunuz, okur sayınızın azalmasına yardımcı olur. Ben her yazımda itinayla yapıyorum bunu, bu sefer küfredecek bir şey bulamadım, istisnadır.
Kullandığınız blog servisinin en çok kullanılan, en basit görünümlü temasını kullanmalısınız. Renkleri bir şekilde tutturun yeter, fazla kurcalamanın lüzumu yok. Zıt renkler kullanır, başlığın arkasına ilgi çekici bir resim koyarsanız akılda kalır. Mesela ben başlıktaki "CEVVAL DIYOR KI:" yazısının arkasına siyah dikdörtgen koydum. Açtım Paint'i, önce siyaha boyadım, sonra da bir dikdörtgen kesip koydum oraya. Dikkat ederseniz onun da boyutlarını tutturamamışım çerçevenin ortasına tam oturmuyor. Siyah olsun burası da, dedim. Dakikalar içerisinde yerleştirdim onu oraya.
Popüler olan konulara kesinlikle değinmeyin, ortak ilgi alanını mümkün olduğunca daraltmalısınız. Başarısız blog yazabilmek için blogunuza asla video koymayın, çünkü video yazılmaz. Kendi yaptığınızdan, ettiğinizden bol bol bahsedin, çünkü sizin yaptıklarınız yakınlarınız hariç kimseyi ilgilendirmez, onları da az ilgilendirir. Everest'e tırmandım, dişçi ağzıma sıçtı, bakkal veresiyeyi kesti, çöpü döktüm... paso anlatın ne yaptıysanız. Okuyanlar "banane lan senin n'aptığından, Dünya'da senden milyarlarca var" diyebilmeli.
Haftada bir yazın ama uzun yazın, bir uzun postda yazacaklarınızı böler, 3-5 başlık altında kısa kısa yerleştirirseniz hem blogunuzu sık sık güncellemiş olursunuz, hem de okura kolaylık sağlar. O yüzden, göz korkutucu uzunluktaki bir postda konudan konuya atlamalısınız.
Ben çok seviyorum başarısız blogları, blogda başarısız olan doğru yolu bulmuş demektir bence. Okur kaybetmek için buraya kadar yapmış olduklarımdan sonra geriye kalan azimli okurlar, bu son satırlara ulaşabilmiş olanlar gerçektir. Onlar eline geçirdiğini hızla tüketmek istemeyen, çiğnemeyi seven, sindirime yardımcı olanlardır, takdir ettiğim insanlardır. Siz kendinizi sevdirmek için türlü oyunlara başvurmazken, hatta tam aksi için çabalarken size katlanabilenlerdir. Az ziyaretçili başarısız blogun gerçek başarısıdır onlar. Her biri 1.000 google araması, 10.000 youtube manyağı gücündedir.
Mimidimedim: Cemali Safa, Ters Meditasyon

Cevval diyor ki:
Her başarılı blogun arkasında başarılı seo bulunmaz!
Yukarıda yazanların emir olmadığının bilincine var!
"Otomatikman" Türkçe değildir! Süper kahraman? Belki!


Devamını da oku!>>

12 Şubat 2008

Beş yüzyılla gangsterliği ıskalarım!

Bir arkadaşım... aslında bu değerli silah arkadaşım Evren, hani şu bana "The Marine" isimli filmi tavsiye edip kısacık hayatımın 2 saatini piç eden arkadaşım, her neyse yaklaşık 4 sene önce olması lazım; üniversiteye hazırlanan bu arkadaşım Fethullah Eğlence Merkezi(FEM)'nin yurtlarında kalmaktaydı. Haftasonları evine döndüğünde anlatırdı orada olanları, İstanbul, Maltepe'deki(her iki şehirden birinde kesin Maltepe var, çok ilginç) eğlence merkezinde öğrenciler dışarı salındığı zaman öğretmenler de peşlerinden teftişe çıkarmış. Dışarı çıkılmadan önce de uyarırlarmış; kızlarla dolanmayın, akıllı durun vb... şeklinde. Uygunsuz vaziyette(kendilerine göre) ilçe civarında görülen öğrenciler uyarılırmış vs... Değerli silah arkadaşım Evren bunları anlatırken, "Ben o adama dalarım!" demiştim. O, "öyle olmuyor abi, neticede eğitim görüyorsun, orada kurallara uyman lazım..." şeklinde üstelemiş olsa da, benim fikrim sabitti. Hala da aynı şekilde düşünüyorum, kendi skindirik hayat görüşünü baz alan bir yarım akıllı, beni benzer şekilde kısıtlamaya kalkacak olursa ben o adamın kafasını gözünü patlatırım, öyle oturup felsefesini tartışacak değilim ben bu adamla, direkt odunla girişirim yani, sorgusuz sualsiz.
Geçenlerde elime Nihat Genç'in "Köpekleşmenin Tarihi" adlı kitabı geçti, biraz geç geçti aslında 2005'de yazılmış, ama yine de geçti. Kitabı okurken farkettim ki 16. yüzyıl Osmanlı'sında, bahsettiğim olayın bir benzeri yaşanmış. Aşağıdakileri size düzgün şekilde aktarabilmek için yan odada uyuyan babamı uyandırmadan, çekip aldım kitabı. Okurken uyuyakalmş kucağında kitapla. Böyle de özveriliyim işte, her zorluğu göze alıyorum şuraya bir şey yazarken. Her neyse kitapta Medrese Öğrenci İsyanları'ndan bahsediliyor. İsyanların olayı şu; o zamanlarda medrese öğrencileri imaretlerde barındırılırmış, imaretler aynı bizim şimdiki yurtlar gibi, bu imaretlerin içine küçük yaşta tıkılan, baskı altındaki çocuklar sosyal hayattan iyice soyutlanmaya başlamış. Haftanın bir gününde çarşı iznine çıkabilen öğrencilerin herhangi bir bayanla konuşması, bakışması dahi mümkün değilmiş. Asayiş görevlileri tarafından sürekli gözetim altında olurlarmış. Durum böyle olunca da üçü beşi bir odaya küçük yaşta tıkılmış çocukların arasında cinsel sapkınlıklar peydah olmaya başlamış, yani kelimenin tam manasıyla birbirlerini düzmeye başlamışlar. Binbir türlü sapıklığa alışan ve sosyal hayata uyum sağlayamayan bu çocuklar kolayca örgütlenmiş ve eşkiya tavırlı birer adam halini almışlar. Asayiş görevlilerine de kafa tutmaya başlamalarının üzerine ipin ucu kaçmış. Çete gibi dolanan medrese öğrencileri, köylerden milletin çocuğunu dağa kaldırmaya başlamış. Kitabın "Dağa oğlan kaldırma" başlıklı bölümünün altında yazan hikaye özetle bu. Nihat Genç de alıntıyı Mustafa Akdağ'ın "Celali İsyanları" adlı kitabından yapmış, kaynağın kaynağını da belirteyim. Okurken düşündüm de; o tarihte, bu muameleyi görmüş bir medrese öğrencisi olarak yaşasaydım, kesinlikle çoluğunuzu çocuğunuzu dağa kaldırmaya çalışan bir hayvanımsı olup çıkmıştım, hatta hayvan adamların lideri olma ihtimalim bile yüksekti. Şimdi oturmuş blog yazıyorum, zaman böyle sihirli bir şey işte.
Bu arada bunları yazarken, dini değerlere karşı çıktığımı, bu tip bir tarihi vakayı örnek göstererek islami değerleri kötülediğimi düşünen varsa hemen koşmaya başlasın, çünkü odunla kovalayanı olacak. Düşünüyorum da; her şey yorumlandığı haliyle var oluyor, yorumlayan öküz olunca bambaşka oluyor, bir de zaman cidden çok acaip bir şey lan. Ben dediğim beni aslında zaman yontuyor, karakteri, düşünceyi belirliyor. Ben bir gidip tuvalette düşüneyim bunları.

Cevval diyor ki:
Uyuyan insanı uyandırmadan, üzerine yattığı nesneyi almaya çalışma! Panik anı korkunç oluyor.
Üniversiteyi kazanabilmek için her şeye katlanılmaz!
Sevgiline "beni askere alıyorlar" şakası yapma! Ölmüşüm gibi tepki verdi valla.


Devamını da oku!>>

8 Şubat 2008

Sinsi gibi gider, hiperaktif gibi dönerim!

Aramıza kilometreler girmiş sevdiceğimin yanında şahane 2 hafta geçirip döndüm evime. Bu 2 haftalık süre zarfında blog filan da sahipsiz kaldı tabi. Ben zerre ziklemedim blogun durumunu o başka. Sevgi kelebeği olmuşken byte hesabı yapamıyor insan. Çift olmuşken zaman hızlı geçiyor, her şey eğlenceli oluyor. Mum ışığında saatlerce flash oyun oynadık. Romantizmin dibine vurduk. Seçmece oyunlar keşfettik hatta, çocuklar gibi şen olduk. Evcilik oyunumuzun içine bambaşka eğlenceler kattık, yedik, içtik, seviştik, zaman makinesi icat edip başa sarılası günler geçirdik. Döndüm tabi şimdi evime, kapandım odama yazıyorum o bambaşka. Yazacaklar da birikmedi değil. Mesela hayvani gündem oluştu benim yokluğumda. Gerizekalılar televizyonda alkolü, sigarayı ve benzer kötü alışkanlıkları çağrıştıracak her bi skimi sansürleme kararı aldılar. Aslında ben Lost'un türk versiyonu çekileceğini duyduğumda bir daha televizyon izlememe kararı almıştım, adeta görsel sanatlardan tiksinmiştim, yakın zamanda bir de bunu gördüm, kararımın ne kadar doğru olduğunun farkına vardım. Ama bu sansür kararı ayrı komiklikteymiş. Bu durumda Fight Club tv gösterimi 23dk, Constantine: 16dk, Trainspotting: Hiç... Eee oha onnagoym, lan olur mu böyle şey. Film lan o sığır adamlar, sanat eseri, hayattan öğeler taşımak zorunda. Bu öğeler birleşince de film olmakta, olur mu lan hiç öyle, gerçekten aptal mısınız, yoksa tahminimden çok daha fantastik bir misyonunuz mu var çözemedim ki ben sizi. Anlıyorum yani son seçimlerde şu ülkede yaşayanların hemen hemen yarısının fındık beyinli olduğu gerçeğine hepimiz şaşırdık aslında, ama televizyondaki sarhoş adamdan etkilenebilecek kadar iradesiz olma ihtimalleri kimin aklına geldi tuhaftır. Sırf bu kararı protesto edebilmek için kendimi 7. sanata adamaya karar verdim. Körkütük sarhoş bir adamın, Johnnie Walker şişesi ile kurduğu derin bağları konu alan bir film çekicem. Hayatımı bu filme harcamayı planlıyorum, Cast Away'de nasıl Tom Hanks voleybol topuna ağız burun çizip arkadaş oluyordu onunla, nasıl top denize düştümü o da peşinden atlıyordu, o tadı yakalıyıcam filmde. Ömrümün büyük kısmını bu filmin çekimine adayarak öyle bir şaheser meydana çıkartacağım ki, ne kadar altın obje varsa toplayacak, Oscar'a koşacak. Sırf bu yasak yüzünden de türk kanallarında gösterilemeyecek bu film. Pişman edicem sansürlediklerine. Bu günlerde ortalıkta türban geyikleri dönmekte, karar aldım hiç girmiyicem o konuya. Üzerinde düşünüyorum illaki ama tartışmayı sevmiyorum, dibi olmayan tartışmalardan ölesiye tiksiniyorum.
Bilgisayarımın başına oturduğum gibi takip ettiğim bloglara bir göz gezdirdim,. Çekirdeklerin içlerini bir tabakta biriktirip akabinde hepsini birden yiyormuş gibi hissettim. Kuzen döktürdükçe döktürmüş, Cemali desen fevkalade postlara imza atmış, Pucca pekmez ile kıskançlık kavgalarına tutuşmuş(Pucca'nın aşk macerasından apayrı bir arkası yarın tadı alıyorum aslında ama ben son okuduğumda daha ilk buluşmalarındaydılar). Okyanustaki Rüzgar da döktürdükçe döktürmüş, o döktürdükçe de ben mahçup olmuşum. Mimlemişti halbuki beni, ben mimi yazamadan kayboldum ortalıktan geç de olsa yazıcam o başka, söz valla çok özür diliyorum. Şimdi baktım ters meditasyon rekora koşmuş en son bilge ejderha'yı okumuştum. Daha neler neler vardır bitmemecesine okuyabileceğim, arada bir yapmalı bunu. Buğday ambarında eşek gibi oldum, mısır tarlasında korkuluğun mantığını kavramış karga gibi oldum. Şevk ilen doldum. Çok acaip oldum lan ben. Hava değişimi etkiliyo haliyle bünyeyi.

Cevval diyor ki:
İç Anadolu Bölgesi'ne git, karasal iklimin kralını gör!
Tren devrilmedikçe, tren yolculuğundan keyif al!
Her gün 15dk boyunca bir sigara paketine bir de rakı şişesine bak, RTÜK'ün hayatını etkilemesine izin verme!


Devamını da oku!>>