31 Mayıs 2008

Rahat bırakın lan kabilemi!

Evrim teorisi var bildin? Eee bil lan onu da artık. Çok seviyorum ben bu evrim muhabbetlerini, sürekli bir saçma atışma var ya, dindar ve bilimsel çevreler arasında. Çok eğlendiriyor beni, saçma, şu nedenle saçma, sürekli bir farklı dilden konuşma inatı var ona hastayım işte. Hani biz de ilahiyatçı veya genetik mühendisi değiliz(aranızda varsa bilemem), iki alana da anca yüzeysel yaklaşabiliyoruz ama yine de farklı dillerden konuştuklarını anlamak zor değil.
Sana dna sarmallarından bahseden, mikroskobik vakaların incelemesini referans alarak konuşan bir adama "sen atalarının maymun olmasını kendine yedirebiliyor musun?" da denmez ki be kardeşim. Tabi tersi düşünüldüğünde; atalarının, gözle görülemez sınırsız güçte bir varlığın onlara meyvesini yemesini yasakladığı bir ağaçtan elma yedikleri için Dünya'ya gönderilmiş olduğunu, içinde gökten indiği yazdığı için gökten inmiş olduğuna inandığı bir kitapta okuduğundan dolayı inanan birini, dna sarmalları ve milyonlarca yıllık fosillerle ikna etmeye çalışmak niye. Birinin birini bu konuda ikna etmesi kadar mucizevi bir şey olamaz herhalde.
Tabi bu kadar tarafsız olunamaz, bana soracak olursan "sen ne ayaksın yavrum, hakemlik mi yapacan aklın sıra?" diye, ben maymun derim. Herkesin de kendi mantığıdır, düşünce yapısıdır, kimse kimseyi ikna etmek zorunda değil haliyle.
Lan zaten öğrenicez de ne olacak, çok tuhafız he cidden, yaşıyoruz işte bir şekilde. Sürekli bir merak var ya ortada, -3 bin ışık yılı uzaktaki Topolo yıldızı galiba patladı, ama ışığı bile 3000 senede anca geliyor, ondan kesin bir şey söyleyemeyeceğim... Sen emin olsan da ben kaale almam zaten o yıldızı, hee gelir çarpar beraberinde bizi de götürür, o başka. Mars'a robot gönderdi mesela adamlar, taşı maşı inceliyor. Uzaylı görmedikçe şaşırmam ben, o değişik çünkü, görülmesi zor, senin benim gibi ama farklı gezegenden, yerine göre fantastik yetenekleri filan var, olmasa bile ilginç yani yeşildir bir şeydir ne bileyim. Biz hala japon turistlerin çocuksu tavırlarına şaşırıyoruz, uzaylı görsek manyak oluruz. Yoksa; Mars'ta su bulduk, balık var mı, yok. Taşıma suyuyla dünya döner mi, o da yok. Eee içsen içilmez n'apayım ben Mars'taki suyu, plaj açıp apaçileri mi göndericez Mars'a.
Aslında öyle olsa güzel olur he, yok edilmesi gereken çok insan var yok edemiyoruz, daha bugün okudum, yok edeceksin bu adamı dedim, sonra düşündüm insan sırf balta diye öldürülmez ki, ayıp lan. Halbuki böyle olsa, göndersen başka gezegene. Tık tık bir gecede ayıklayacaksın bunları, bindireceksin mekiklere, kuyruklu yıldız gibi fijjtt diye arkasında iz bıraka bıraka uçacak gidecek adamlar. NASA'nın dolarları işe yarasın bare. Tüm zararlıları böyle şutlasak, ormana gitmeme de gerek kalmaz, Dünya ormana döner direkt.
Orman dedim aklıma geldi... Konudan konuya da böyle atlanır mı lan bu ne! Yazacak bir şey bulamıyorum diye diye başladım, aslında ne kadar çok şey bulmuşum şimdi farkediyorum.
Neyse, orman: Survival International adlı sivil toplum kuruluşuna bağlı bir ekip, Amazon'da dünyadan habersiz yaşayan kabile bulmuş, fotoğraflarını bile çekmişler. İtoğlu itler! Ben Survival International adlı sivil toplum kuruluşunun da, ekibinin de, o fotoğrafları çeken fotoğrafçının da komple züryetniskim! Ne yaptı bu adamlar? Daha önce kimsenin bulamadığı kabilenin fotoğraflarını çekti, sattı bunları National Geographic'e, gazetelere, koydu parayı hemi. Bize kadar ulaştırdılar yani kimsenin henüz görememiş olduğu kabilenin fotoğraflarını. Lan derdin araştırmaysa kendi merakını gider, gördün söyleme bare millete. Senin yüzünden bir kabile dolusu şu vakite kadar pırıl pırıl yaşamış adamın hayatı mahvoldu, dünyanın en mutlu insanlarıydı lan onlar it! Göt! Ayı mısın sen, sırf fotoğraftan kaldıracam binlerce doları diye bitirdin adamları. Benim şurada yapmak isteyip de yapamadığımı adamlar yüzyıllardır gerçekleştiriyormuş işte. Ormanın ortasında ilkel ilkel yaşıyorlarmış dünyadan habersiz. Yazık değil mi lan. Çok üzüldüm ben var ya, böyle adilik görmedim duymadım şu vakte kadar, bu derece duyarsızlığa tanık olmadım. İçim acıdı lan resmen, ok atmış adamlar bunların helikopterine tutturamamış, yıldırım düşeydi keşke o helikopterin üzerine. Gözlerim doldu yazarken var ya o derece üzüldüm ben bu habere.

Cevval diyor ki:
Dünyadan habersiz kabile bulursan çaktırma!
Kendi teorine kendin inan, milleti kastırma!
Survival International helikopteri görürsen ok at!


Devamını da oku!>>

26 Mayıs 2008

Bilgisayarına iyi bak!

Internet var ya dünyanın en güzel icatı. Kettle, tost makinesi filan da çok fantastik icatlar ama örütbağ gibi değil. Ben şu geçen 3 günde bunu anladım; internet çok güzel bir şey.
Çok yalnız hissettim ben kendimi bu 3 günde, bir parçam hep eksik oldu. Mesela şimdi ne yazacağımı bilmeden patır patır yükleniyorum ya klavyeye, bu 3 günlük ayrılık olmasa ben böyle aklıma geleni yazmazdım, önce bir konu belirler, üzerine yazardım. Nasıl bir özlemse artık.
Internete kavuştum da bilgisayarım henüz tamir olmadı, teknik servisin soğuk masasına yatmış bekliyordur şimdi mazlum mazlum. Birazdan arıyıcam, yine "çok meşgulüz ilgilenemedik hede hödö..." derlerse çok temiz küfür edicem. Temiz derken, "net" manasında...
Aradım sordum, arızayı tespit etmeye çalışıyorlarmış, üstü kapalı küfür ettim o yüzden, yarını bekliyorum temizleri için.
Internete de şu şekilde kavuştum. Direkt gittim bir arkadaşımın(hain arkadaş Evren) evine, "senin işin gücün yoğun, bu işlere ayıracak vaktin yok, hem çocuk musun ne oyunu, interneti" dedim, hemen akabinde kasayı sırtladığım gibi koşmaya başladım, ne olduğunu bile anlayamadı. Onun bilgisayarını kullanıyorum şimdi. Firefox'u modifiye ettim, bir iki program indirdim, biraz da mp3'le yeni gibi oldu. Kasayı kendi kasamın yerine, monitörün yanına koydum. Tam göz hizasında mavi bir led var, işlem yaparken yanıp yanıp sönenlerden, kör edici bir ışık, lazer kıvamında, 1 saat içinde yanıp sönmelerde yumruk etkisi bırakmaya başladı. Az önce onun da üzerine siyah kablo bandı yapıştırdım, hiç eksiği kalmadı, hehehe.
Bu arada yeni bir şey daha anladım ki; bilgisayar çok kişisel bir şeymiş. Benim bilgisayarım da öyledir mesela, gizli dosyalar, alakasız programların "data" klasörleri içine yerleştirilmiş resimler vs... Adamın tüm gizlisi saklısı evimde duruyor şimdi. Kötü emellerim yok tabi, öyle bakıp bakıp geçiyorum ama eğlenceli bir şey birilerinin özelini dikizlemek. Aslında önceden gözlemlenmiş özelleri gözlemledim de diyebiliriz, neyse ayrıntıya girmenin maksatı yok. Hee bu arada, konu bulamadıkça bu blogda hep aynı adama yükleniyorum, zamanında bana "lan şerefsiz, ele güne rezil edeceğine bari bir fotomu sıkıştır köşeye de talibim çıksın" demişti. "blogun konseptine aykırı hocu o işler, desti izdivaç mı lan bu" diyerek höykürmüştüm karşılığında. Şimdi kendi bilgisayarını kullanarak, hala adam üzerinden prim yaptığımı farkettim o yüzden resmi koyuyorum en tepeye. İlgilenene veririm numarasını da. Hadi hayırlısı.
Birilerinin özeline girmek gerçekten de çok eğlenceli ama, sırf Evren'e özelini kurcaladığımı belirtmek için yazmadım yukarıdakileri. Hatta düşününce(lan her yazıda bir "düşününce" var, "Düşününce:" başlıklı bir blog açasım da gelmedi değil) uzun oldu lan paragraf, heh ne diyordum ben... Evet düşününce; "basın yayın" dediğimiz kaypak teşkilatın yaptığı işlerden politika gibi bütünü ilgilendiren ana başlıkları çıkartırsak geriye kalanların tümü "özele girmenin hazzı" üzerine şekillenmiş. Magazini bu şekilde tanımlayarak "ahanda tespit yaptım" diyecek değilim, onu kastetmiyorum. Mesela cinayet, hırsızlık, kapkaç, gasp, darp, tecavüz vb... haberleri. Bizler bunlarla ilgileniyoruz ki yapılıyor. "I" kişisi "O" kişisine tecavüz edince bize giren çıkan var mı? Yok. Olması için "O" kişisi olmamız gerekli. Ancak okuyoruz biz bu haberi. Tamam bu bir suçtur neticede, ancak bir olayın suç teşkil ediyor oluşu o olayla ilgilenmemizin nedeni olamaz. Tecavüz eden için de mağdur için de kişisel durumlardır bunlar.
Biz sadece öğrenmeyi seviyoruz işte, ormanda ceset bulununca öğreniyoruz biz onu, katili de yakalandıysa seyrine doyum olmuyor, katil kelepçeli ellerini kaldırıp ceketini kafasına geçirmeye çalışırken yüzünü görebilmek için ayrı bir efor sarfediyoruz biz. Katilin neye benzediğini merak ediyoruz. Elinde mikrofonla "neden öldürdünüz?" gibi dünyanın en salakça sorusunu soran adam oluyoruz bir anda.
O sorular da muhteşemdir, bir adam suçlu ise, nasılsa savunanı olmadığından, böyle cevap almaktan çok suça dikkat çekmek için sorarlar ya. Hani ağır bir suç işlesem o anda zaten hayatımın tükendiği belli, eğlenebileceğim son dakikaları bu muhabirle uğraşarak geçirirdim. Televizyon başındakilere apayrı bir şov sunardım:
-Cevval neden öldürdün suçsuz, masum, zavallı insanları?
-Muhabirdi onlar, seni de aldım listeye en geç 10 sene sonra kapındayım.
...
-Cevval, KımılBank'ı hortumladınız mı?
-Yoo direkt içini boşalttık, neden ki?
...
-Sekiz kişiyi ezip olay yerinden kaçtığınız doğru mu? Sarhoş muydunuz?.
-Dokuz kişi dokuz! Teki kaputa yapıştı kaldı, parça parça döküldü sonra yolda.
Giderayak bir sansasyona imza atmış olurdum böylece. Az önce mola verdim, bir şeyler atıştırırken tv'ye bakıyordum. Son olarak bir şey daha farkettim, Cine5'in habercilik anlayışı şahaneymiş. Bu bahsettiğim bizi ilgilendirmeyen olayların hiçbiri yok bültende. Açmışlar Youtube'u, 5 sene önce İspanya'da milleti kovalayan boğanın videosunu bulmuşlar, dağdan yuvarlanan kayakçı bulmuşlar, böyle ilginç kaza görüntülerinden derlemişler, aha demişler haber budur. Çok güzel bence.
Ohhh yazdım rahatladım, ben şimdi internetin diğer nimetlerinden faydalanayım. Yorr eantiii!! Yoorr eanti soşıaall! trilalala...

Cevval diyor ki:
Bilgisayarın bozulursa üzülme, dünyada milyarlarca var!
Sana sormadan harddiskine format atan bilgisayarcıya reset at!
Youtube engellenince Cine5 izle! (aynı ki)


Devamını da oku!>>

20 Mayıs 2008

İşin aslını söyle!

Biri sigara uzatınca, özellikle de az samimi olduğun veya yeni tanıştığın biriyse, otlakçı izlenimi bırakmamak için "yok, teşekkür ederim, şimdi içtim..." filan dersin ya. İşte ben onu dedikten sonra nedense sigarayı aklımdan çıkaramıyorum, hemen bir tane yakmak istiyorum. Cebimden çıkarıp yaksam garip bir durum yaşanacak, adam "ben sigara uzattım almadı cebinden çıkarttı" diyecek. Sabırsızlıkla bekliyorum o yüzden. Adamdan uzaklaşırsam hemen bir tane yakıyorum veya onun sigarasını söndürmesini bekliyorum, sonra bir yarım sigara içme süresi kadar daha bekliyorum. Neden benim sigaramı almadın da kendininkini içiyorsun, diyecek olsa "o zaman canım istemiyordu ki şimdi canım çekti" diyebileceğimden emin olunca yakıyorum bir tane. Nezaket ne uyduruk şeydir yarabbim.
Halbuki farklı olsa, içimizden konuşamasak mesela, nezaket de ortadan kalkardı. Daha mı iyi olurdu ne. Aklına ne geliyorsa söylüyorsun yani, öyle düşün. Tabi bu, şu şartlarda uygulanabilir bir şey değil, uygula diye demiyorum zaten, ancak en başından böyle olduğunu düşün. İnsanlık tarihi boyunca herkes aklına geleni veya ne istediğini direkt söylemiş olsa, lafı dolandırmadan ilk akla gelen ile kendini ifade etse. İngilizlerin bir numarası olmasa yani. Ne acaip olurdu di mi?
-Sigara?
-Valla hacım aslında canım pek istemiyor ama reddetsem hemen akabinde sigara içesim tutacak, ızdırap olacak o bana. Böyle tuhaf saplantılarım var benim. Otlakçı da değilim ama. Keşke hiç uzatmasaydın, bak çelişkilerdeyim şimdi.

-Hı? Hee ee... İyi o zaman al sen bunu, ben bi arkadaşlara bakıp geliyorum.

Artık olmaz tabi böylesi, en başından olsa olurdu. Ya deliye ya ayıya çıkar adamın ismi.
Gerçi çocukluğumda görmüştüm ben böyle bir ayı. Çok düşündürmüş ki beni, birebir hatırlıyorum olanları: Ailecenek bir düğüne gitmiştik zamanında, sabiyim henüz. Birileri hayatlarını mı birleştiriyordu yoksa birinin çükünü mü kesiyorlardı onu tam hatırlamıyorum. Neyse etrafımızda sürekli babamın iş arkadaşları ve aileleri var. Bunların arasında da "ayı Fahri" lakaplı bir adam bulunuyor, çekinmeden "ayı Fahri" diye sesleniyor herkes adama. Düğünün sonlarına doğru masada oturmaktayız, aile reisleri rakıları yuvarlamış, bu ayı başladı yanındaki adama "bu kadın kurtardı lan seni, sürünüyordun yoksa..." demeye. Bağıra bağıra söylüyor, kendi gülüyor, adam gülüyor, masadakiler de gülüyor. Görüntü adam espri yapıyormuş gibi ama alakası yok. Coştukça coştu herif "bu kadının parasını yiye yiye nerelere geldin beaa!". Millet güldükçe aldı bu gazı "benim özüm sözüm bir, kimsenin arkasından konuşmam, senin ağzın kokuyordu biz biliyoruz bu kadın kurtardı seni". Haydaa. Tüm masa hala gülüyor, anlam veremiyorum bir türlü. Lan arkasından konuş daha iyi, herifi karısının, tüm arkadaşlarının yanında bağıra bağıra aşağılayacağına arkasından konuş, ayriyetten konuşmak zorunda mı bırakıldın da bu yolu tercih ettim. Ne ki yani bu şimdi.
Sonra düğün bitti, ayı Fahri ve ailesi aşağılanan adamın arabasına doluşup hep birlikte gittiler. Daha dünyayı doğru düzgün anlamlandıramadan böyle tuhaf insan ilişkilerine tanık olmak çok ağır geldi bana o gün. O yaşananlar nasıl bir kafa güzelliğinin ürünüydü, alkol adamı böyle yapıyorsa bana tükettirdikleri nedir, hala daha kavramakta güçlük çekerim.
Dediğim gibi olsa bu adamdan da olmazdı ortalıkta. Dediğim gibi olsa espri diye de bir şey olmazdı, mecaz da olmazdı. O yüzden bu adamdan da olamazdı, yaptığının ismi birine küfretmek olurdu, millet gülmez yaptırımını ona göre belirlerdi.
Pek eğlenceli olmazdı aslında, biraz robotumsu(android) olurdu hayat. Espri, mecaz, nezaket, tabu, ima, yalan, sanat, mübalağa, ahlak, özel hayat vesaire vesaire, daha doğrusu düşündüğünü gizlemek diye bir şey söz konusu olamazdı. Ama bunların yanında şahane de bir özgürlük kavramı gelişirdi işte.
Düşünsene her insanın aklından geçebilecek her şeyin somut örnekleriyle tarih boyunca yaşanmış olduğunu, en azından dile getirilmiş olduğunu. Dünyanın en sapık adamının kafasındaki her şeyi dile getirdiğini düşün veya şu anda çevrende gözlemlediğin en mutasıp insanın aklından geçen en abuk en saçma en gizli düşünceleri aklından geçirmediğini, direkt söylediğini düşün. Tamamen şeffaf yani herşey, en gizlimiz saklımız ile neysek tüm çevremiz için de oyuz. Ve bu şu anda düşününce geldiği gibi ürkütücü gelmiyor, çünkü farklı bir yol bilmiyorsun. Çevrendeki herkes de senin gibi, sen kimseyi ayıplayamıyorsun, onlar da seni ayıplayamıyor. Ne acaip olurdu lan.
Ülkeler arası ilişkiler bile bambaşka olurdu, bürokrasiye yer kalmazdı:
-Merhaba, biz ülkecenek Avrupa Birliği'ne katılmayı planlıyoruz.
-Vallahi hocam bana soracak olursan biz sizi almayız, şimdi zaten ekonominiz filan bombok, eee insanınızın kültür seviyesi de Avrupa standartlarından hayli uzak, serbest dolaşım versek kötü durur yani bizim ülkemizde sizin insanınız. Ben zaten sizin ırkınızdan da çok haz'etmem. Ama sen yine de sor diğer arkadaşlara.

-Tamam bir de diğerlerine sorayım o zaman. Bu arada sizin ülkenizin de kültürlü vatandaşlarınızın da komple götüne koyayım, bir savaş çıksa ilk size dalarız.
-Dalın da görün ebenizin nükleerini.
.................................
-Merhabalar biz Avrupa Birliği'ne katılacaktık, az önce Finlandiya'yla konuştum, baya bir lölö yaptı, sizin fikriniz nedir?

-Aslında katılsanız iyi olur, stratejik açıdan bizim işimize gelir yani. Ama diğerleriyle konuşmuştum ben önceden sizi aramıza katsak mı diye, pek istemediler, zor yani sizin iş.
-Eyvallah hacım, görüşürüz sonra.
-Baybay.

Karşı cinsle münasebet de apayrı bir şekil alırdı:
-Merhaba, az önce siz geçerken kalçalarınıza dikkatlice baktım da, şahaneymiş bence. İş çıkışı isterseniz bir şeyler yiyelim birlikte, aç olursanız yeriz yani, ben normalde biraz daha geç yerim ama siz bilirsiniz. Olmadı direkt bize gider sevişiriz. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda.
-Hay hay. Lakin şimdi ben öyle sevgili filan pek istemiyorum. Arkası gelmeyebilir yani, tabi performansa da bağlı.

-Peki o zaman akşam görüşmek üzere, atraksiyon sonrası duruma göre tekrar konuşuruz bu konuyu.
N'oldu utandın mı? Daha edepsizce olurdu da ben yumuşattım onu.
Aynen böyle olurdu da daha mı iyi olurdu, daha mı kötü olurdu, ona karar verebilmiş değilim işte. Deneyip görme ihtimali de yok haliyle. Bu da cevapsız bir soru olarak kalsın artık abuk subuk işlere yorduğum zihnimde. Hadi bitti.

Cevval diyor ki:
Bir adamın lakabı "ayı"ysa, onla samimi olmayacaksın!
Ben istemedikçe sigara uzatma!
Avrupa Birliği'ne nah gireriz!


Devamını da oku!>>

16 Mayıs 2008

Ormanın kitabını baştan yazarım!

Şimdi diyelim ki, biz şöyle bir 100 kişi, ayrı ayrı işler yapıp para kazanıyoruz, aslında yatıyoruz ama diyelim ki öyleymiş.. Her ay kazandığımızın bir kısmını da bir kenara koyup biriktiriyoruz. Böyle böyle devam ediyor bu, her ay 100 kişinin kazancından kısılan, bir kenarda birikiyor. Sonra havuzdaki miktar büyüdükçe büyüyor. Öyle bir meblağ haline geliyor ki, herhangi birimizin yıllarca çalışıp anca denkleştirebileceği bir rakama ulaşıyor. Tam bu esnada da bir adam gelip alıyor bu parayı, çoluğuyla çocuğuyla gidiyor bir tatil beldesine, hiçbirimizin hayatında görmediği bir lüks içinde 2 günde yiyip bitiriyor. O sürede bize ye deseler o parayı, beceremeyiz, o kültür gelişmemiş bizde. Neyse, sonra bu adam gelip bize diyor ki: "ben bu parayı aha gittim burada yedim". Hani gizli kapaklı yapsa, ses etmese, nerede lan bu para diye araştırırız, suçunu açığa çıkarmaya çalışırız ama öyle bir durum da yok.
Şimdi bizim biriktirdiğimiz bu parayı böyle çarçur etmiş ve bu derece pişkin bir adamı biz ne yaparız. Ne yapacağız, elimiz kolumuz tutuyor, 100 kişi araya alır pişman ettiğimize emin olana kadar meydan dayağı atarız. Emeğimizin çabamızın hırsını çıkarana kadar tahrip ederiz o yüzsüz bünyeyi. Sonra da paramızdan ve kendimizden mümkün olduğunca uzaklaştırırız ki bir daha yapamasın böyle bir şey.
Biz bu adamı dövemiyoruz ama, neden dövemiyoruz? Çünküm adam Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı öyle elle tutulur bir şey değil, uzak bize. Şimdi gidip görmeye kalksan göremezsin, yaklaştırmazlar yanına, korumaları filan var.
Madem durum bu bize kalan tek çare nedir? Tabikine de Fuck The System! demek. Aynen öyle, fakarım ben böyle sistemi! Sistemin suçu ne adam yiyici, diyemeyiz. Sistem işleyecekse her ihtimale karşı devreye girecek bir mekanizma barındırmak zorunda.
Hani ben siyasete pek girmem bu blogda, kişiye de pek yüklenmem eleştireceksem geneli eleştiririm. Alternatifleri ön plana çıkarmak için siyasi kimliklere sataşacak kadar angut değilim. Parti yalakası, şakşakçı, menfaatçi zihniyetten ölesiye tiksinirim. Topluluklardan, fikrini düşüncesini güruha uyduran kalabalıklardan hoşlanmam. Lakin burada durum öyle çarpık ki sataşma gereği duydum.
Kendine "cevval" sıfatını yakıştırmış bir insanın aklının alamayacağı bir pozisyon bu. Binlerce insanın hakkı gasp ediliyor. O binlerce insan mal gibi duruyor, hatta umursamıyor, alışmış onlar. Sanki çok normal bir şey oluyormuş gibi. Nasıl bir sünepelik yavrum bu, eşek misiniz siz. Hani tek örnek de bu değil, neler neler yutulmuş da yakın zamanda karşılaştığım en aleni örnek olduğundan yazdım.
Doğaya atayım ben kendimi diyorum, yıllardır aklımda bu fikir, acaip sıkıldım ben bu işleyişten. Bana şöyle orman içinde bir alan verseler. Deseler ki: "Şu orman senin bölgen olsun, sadece senin yani ülke dışı orası. Hizmet yok, elektrik, su vesaire hiçbir şey yok. Vergi filan da yok dolayısıyla. Ormanda bak başının çaresine." Anında giderim, çırılçıplak koşarım oraya. Sıfırdan başlarım. Oduna taş bağlar balta yaparım. Mağara bulurum kendime, olmadı ağaç dallarından barınak bile yaparım. Su kaynağı bulurum. Ağaçtan yer, tavşan filan avlarım. Sıfırdan öğrenirim her şeyi. Sosyal hayat yok mu -ihtiyacım yoktu zaten. Teknoloji de yok -vardı da ne oldu. Internet de yok -örütbağa koyam sana bişey olmasın. Lost'un finalini öğrenemezsin -boku çıktı zaten. Ölürsün ormanda tek başına -trafik kazasında ölme, olası İstanbul depreminde dümdüz olma, bir manyak tarafından nedensiz yere öldürülme, nereden gelip sektiği belli olmayan kurşun ile ölme, kafana inşaattan kalas düşüp ölme, teröristle bilmemneyle savaşırken ölme, akla gelmez en abuk saçma şekilde ölme... ihtimallerinin yanında ormanda ölme riski komik bence.
Sistem yok, paylaşım yok, teferruat yok, ideoloji, iş, para, mal, geçim, hizmet, kira, alış, veriş, karşılık, statü, kariyer ot bok ıvır zıvır... hiçbir şey yok.
Belki mülteci de alırım ülkeme ileride, bir eş bulurum. Çocuklarım olur, sonra onlar da birer mülteci alır kendine, onların da çocukları olur. Akrabalık bağları kopana kadar mülteci alımı olur ormana, yamuk yumuk çocukları olmasın sonra. Orada en baştan kurulur herşey. Ölmeden önce de yapmaları ve yapmamaları gerekenleri tembihlerim hepsine. Nasılsa deneyimliyim ben, ortalığa sıçıp batırmış bir insan ırkı görmüşüm. Onların hatalarından ders çıkarır, sistemi en başından daha düzgün kurmalarını sağlarım. Cillop gibi bir medeniyetin beşiği olur o orman.
Bana orman vermek, dünyanın geleceği adına yapılmış en karlı yatırım olur. Verin lan bana bir orman, elleşmeyin orada takılayım işte. Geri gelirsem o yüz kişi tırmalasın beni.

Cevval diyor ki:
Yeşili sev!
Uyanık ol, sessiz kalma!
Lost'un boku çıktı!


Devamını da oku!>>

11 Mayıs 2008

Beklemediğin yerden sopalarım!

UGO var bildin? UnderGroundOnline, şahane site. Şahaneliği de şuradan geliyor; adamlar dünyaya saçmalayabilmiş. Ben ki şurada underground blog yolunda ilerleyerek kendi çapımda saçmalıyorum. Bu adamlar o basamakları nasıl seri tırmandıysa, dünyaya saçmalamaya başlamışlar. "Minatour vs. Centaur" diye bir bölüm oluşturulmuş sitede, anket kıvamında. Soru şu: " Who would win a fight? A minatour armed with a trident or a centaur armed with a crossbow" Meali şudur: Mızraklı(3 dişli, zebanilerinkinden) minatour(yarı öküz yarı adam) mu döver? Arbaletli centaur(yarı at yarı insan yaratık) mu döver?
Tabi ben bu soruyu buradan millete sorsam anlamsız saçmalık olur. Adamlar ise, bu dünyanın en saçma sorusu olmaya aday soruyu Tiger Woods'undan Nicolas Cage'ine oradan da Rob Zombie'sine kadar tüm ünlülere sormuşlar. Anlamlı saçmalık olmuş.
Benim izlediklerim arasından en güzide cevabı da Ice-T vermiş, demiş ki: Minator hacamat eder. Çünküm arbalet ile bir kere kaçırırsan yeniden doldurman zaman alır, o esnada da minator seni tırpan manyağı yapar. Dungeons and Dragons hastasıymış sanırım Ice-T zamanında, oyuncunun el kitabını yutmuş olacak ki böyle seri cevap verebildi.
Şahane bir zeka testi bence. Sorunun sorulduğu an harika, adamları yakaladıkları yerler ya bir ödül gecesi, ya bir film galası. Suratlarına mikrafon uzatıldığında klişe 10 sorudan bir tanesini bekliyorlar, ezberden klişe cevaplar verecekler. Bunun olmasını beklerken böyle enteresan bir soruya kafası hızlı çalışmayan kimse cevap üretemez.
-Sorusu olan?
-Joe karakterini oynarken kendinizden bir şeyler buldunuz mu?

-Kayıp kız kardeşimi buldum, o da babamdanmış. Başka?
-Minatour mu döver Centaur mu?
-Eheuhe- ehe... eeeee? -üğ? Şimdiii bence... Sıçtım gibi ama toparlıyıcam, bi dakka...
Kafası yavaş çalışan adamlarda genellikle durum yukarıdaki gibi. Paris Hilton da var arada, dünyanın en aptal ifadesine sahip insanı nasıl daha aptal görünebilir kendiniz bakın.
FRP(fantasy role playing-fantastik rol yapma oyunu-gaime para de rulen fantasy-spiel das ros ah uh fantesia) de güzel bir şeydir. Uzun bir süre öncesine kadar uzun bir süre oynadım bu rol yapma oyunlarını. Çok da eğlendim. Hatta DragonLance(ejderha mızrağı-de la drago... eehh yeter be!) serisinin büyük bölümünü okudum diyebilirim. Oradan biliyorum, minatour nedir, crossbow nedir, hangisi kaç turnde nasıl kullanılır...
Lan ben var ya bu konuyu çok daha uzaklara taşıyacaktım. Yazdıkça yazdım nereye geldik. Neyse heh FRP. Bir ara FRP oynayan kız intihar etti haberleri geçmişti bildin? Gazetelerde FRP üzerine makaleler düzüldü "FRP oynayan gençler gerçeklikten uzaklaşıp kendilerini bir fantezi dünyasında buluyorlar, sonra da ölüyorlar..." şeklinde. İşte ben o haberi yazan mankafalı gazetecinin ağzına sıçayım! Öyle bir şey değil lan o, sığır!
Ondan önce de satanist haberleri dönmüştü. Hatta Engin Ardıç(hiç sevmem) "metal dinleyen gençler satanisttir" kıvamında dünyanın en yüzeysel köşe yazısını yazmıştı(dünyanın en neyi varsa tanıttım he şu dünyanın en bol paragraflı yazısında). Bir rivayete göre de bu saçmaladıkları üzerine metalci gençlerden bir temiz sopa yemişti Engin. Kendi yalanladı ama ben bu sopalama olayının gerçek olmasını diliyorum.
İşte bu andavallılıkların nedeni milletin mal oluşu. Bariz böyle yani, bu kadar, vardığım sonuç karışık değil. Millet mal ki bunu yiyor. Araştırma sıfır, ilgi sıfır. Gazeteden, televizyondan öğreniyor mallar her şeyi, bu yayın organları da görmek istedikleri haliyle veriyor bu ibişlere bilgiyi. "satanist metal gruplarından çocuğunuzu sakının, FRP oynamasın vallahi kopar gerçeklikten" diyor. Onlar zaten öyle dendiğini duymak istiyor. Bilmedikleri her şeyden korkuyor dingiller, yeni öğrendikleri her şey ya iyi ya kötü olmalı onlar için, mallar ya işte o yüzden. Bunların itaatkar çocukları da aynı mallıkta yetişiyor. O dönemde, tv'nin gazıyla ailesi tarafından kasetleri tişörtleri çöpe atılıp da şimdi mal olmuş arkadaşım var mesela benim. Gözlerimle şahit oldum çocuğun gelişimine, 24 yaşında herif beyaz şahinle aynı yolda bir yukarı bir aşağı gidip geliyor şimdi, ilgisiz alakasız bir çeşit mal oldu çıktı adam, cidden var böyle bir arkadaşım uydurmuyorum.
Geçen yazıda babamı övmüştüm, aklıma geldi yine öveyim; o vakit bu haberlerin geyiğini çeviriyorduk, espri türetiyorduk adamla. Cidden çok değerli insan he babam düşündüm de.
Bu tv'den öğrenme olayına cidden kılım. Yakın bir süre önce başıma geldi, FRP oynadıktan sonraki zaman zarfı:
Bekar evi kıvamında hayat sürdüğüm için arada halam kontrole gelir, evin anahtarı vardır onda. Bitlendik mi, evde ayakkabıyla mı geziyoruz, iki hafta önce yapıp dolaba koyduğu sütlaçlar bitti mi vb... diye merak ettikçe açar kapıyı dalar eve. Yine bir soğuk kış günü, öğlen suları, bilgisayar başında vakit öldürmekteyim. Trink diye açıldı evin kapısı, halam dış kapıyı aştığı gibi koşa koşa odamın kapısını da aştı. N'oluyoruz lan, diye seyrederken telaşla açtı odamın pencerelerini. "Hala napan?" demeye kalmadan fırladı gitti salonun camlarını da açtı. Salonun ortasında tornado var, bilgisayarın üzerine kar yağıyor. Balkanlardan çıkıp salon penceresinden giren soğuk hava dalgası, odamın penceresinden evi terk edene kadar saatte 250km'ye ulaşıyor. Kalkıp peşinde koşturuyorum, evi havalandıracam diyerek bulduğu pencereyi açıyor. Sonunda pencereleri bitirdi de sorabildim, neden zatüre olmam gerektiğini.
Kadıncağız televizyonda izlemiş, "elektronik aletler radyasyon yayıyor, en çok da bilgisayar radyasyon saçıyor" haberini. 10sn daha gecikirse sürekli radyasyona maruz kalan bünyemin mutasyona uğrayacağını hesap etmiş olacak ki, evi havalandırıp radyasyonu dışarı çıkarmaya çalışıyor kadın. Bir süre çabaladım halama radyasyonun nasıl bir şey olduğunu anlatmak için, beceremedim. Paltoyla devam ettim işime. Kanalın adını da öğrendim ama: Show TV.
Ben şimdi yapacak haber bulamayıp da dünyanın en kıytırık haberini, hayat kurtarıyor gibi yayınlayarak bu yaşlı başlı kadıncağızı telaşa sürükleyen Show TV Ana Haber Bülteni'ne küfretmeyeyim de kime küfredeyim a'dostlar? Ben böyle yayıncılık anlayışının, milleti keriz görüp de eften püften bilgileri basan habercilik anlayışının, içine sıçmayayım da nereye sıçayım? Denizi mi kirleteyim? Lan bak aklıma geldi sinirlendim, lan çok öküzüz ya, vallahi çok öküzüz. Muasır medeniyet böyle mi yetiştirilir lan yavşaklar!
Atatürk'ün yerinde olsam bir yolunu bulur yeryüzüne iner, tek tek sopalarım bunları. Sopalayacağı çok adam vardır gerçi bunlar ilk sırada değil, ama kesin bunları da aradan çıkarırdım.
Laf sopadan açılmışken aklıma geldi. Dün babamla oturuyoruz, Hollow Man oynuyor tv'de. Babam dedi ki; "görünmez olsam ne yapardım biliyor musun?". "Nedir?" diyerek meraklandım. "Bir sopa alır, üzerine allahın sopası yazar, Tayyip mayyip kim varsa dayak arsızı yapardım kameraların önünde."
Saygı duruşunda bulundum sonra.

Cevval diyor ki:
Çocuğunu mal yetiştirme!
Engin Ardıç'ı dövenleri tanıyorsan tebriklerimi ilet!
Kıytırık haberlere prim verme!


Devamını da oku!>>

6 Mayıs 2008

Yirmi yılda bir gülerim!

Andavallılar youtube'a erişimi engellemiş yine. İyice espri konusu olmaya başladı bu durum. Neyse şimdi bu yasağın ne kadar angutça olduğunu anlatıp, zaten etmiş olduğunuz küfürleri buraya yazacak değilim, her üç blogdan biri yarına kadar yapmış olacak onu. "andavallılar" tabiri de bu konudaki tüm fikirlerimi özetlemeye yeter.
Bu yasağın ucu en çok bana dokundu. Lan, hayatımın ilk kısa filmini youtube'a gönderdiğimde engellenir mi youtube. Çok pis bir tesadüf oldu.
Ben de şimdi oturdum metacafe'ye gönderiyorum videoyu, ahanda gönderdim(henüz denetim aşamasında). Filmi sonuna kadar izleyene bir adet Cevval Portakal'ın gerçek ismini öğrenme kiti hediye(lanse edeni döverim). İzleyin işte sonuna kadar kısa zaten, kısa film.
Bu işten de çok keyif aldım. Kafamda kurduğum bir şeylerin birileri tarafından kamera önünde canlandırılmış olması çok hoşuma gitti, zaman zaman tekrarlamayı düşünüyorum. Film bir yarışma için çekildi. Fark ettim ki cennet vatanımda sürekli birileri kısa film yarışması düzenlemekte, hepsine bir senaryo yazar oldum, bu postun gecikmesinin nedenlerinden biri odur. Bu imkanı bana sağladıkları için de Selçuk Atakan ve tüm emeği geçen arkadaşları gözlerinden öperim, burunlarından öperim hatta tiksinmeden.
Youtube yasağı üzerine ekleyeyim; ben şu anda patır patır girebiliyorum siteye. Bir çok proxy sitesi işe yaramıyor, çoğunda youtube'u açsanız bile "Get the latest flash player" uyarısıyla karşılaşıyorsunuz, latest flash playerı getseniz bile sorun çözülmüyor. Bu sitede öyle bir sorunla karşılaşmadım ben. Alttaki boşluğa "www.youtube.com" yazıp basın "browse"a, çiğneyin yasağı. Bir arkadaşıma gönderdim linki, "bende açılmıyor abi!" diye sitem etti. Ama yine de siz bir deneyin, bir şey kaybetmezsiniz. Neden bende açıldı da onda açılmadı, valla hiçbir fikrim yok.
Az önce çiğneyin yasağı dedim, kimse yadırgamadı değil mi? Demek ki neymiş; bir yasağın aptalca olduğunu düşünüyorsanız onu çiğnemekten çekinmiyormuşsunuz, otoritenin konumu da sizi ilgilendirmiyormuş. Kendiniz hakkında bu gerçeği keşfettiyseniz, etrafınızdaki diğer aptalca şeyleri de görebilirsiniz demektir, tebrik ediyorum aydınlandınız.
Konuya madem yasaktan girdik devam edeyim, ülkemin şöyle bir kaderi olduğuna inanıyorum ben: Bu ülkede, ortalama 20 yıllık periyotlarla, zamanında milletçe ne kadar komik şeyler yaptığımızı anlatıp gülüyoruz.
Düşünün bak 20 yıl öncesinin yasaklarını, içine düşülen komik durumları. Yaş 23. Tam 20 yıl önce babam bana Milupa marka mamayı, kokain satın alır gibi alırmış, zira yabancı marka malların satışı yasakmış bu ülkede. Eczaneye girer, kimseye duyurmadan sessizce "milupa bebek maması alacağım" dermiş, eczacı bir süzermiş; polis mi acaba diyerekten, güvenini kazanırsa çıkartırmış mamayı gizli dehlizlerden 5 katı fiyatına. Adam oğluna mama alıyor lan, komik değil mi? Hatta annem beni muayeneye götürdüğünde doktor "neyle besliyorsunuz bunu, ne güzel kilo almış?" diye sormuş da kadıncağız "muhallebi yiyor" diyerek ört bas etmiş bu illegal durumu.
Ondan bir yirmi yıl öncesine gidin; Almanya, Türk işçi alımına başlamış, sene 1961. İşçi alınırken istenen kriterlerden biri de alınan işçinin dişlerinin tam olmasıymış, dişçiler tarihi vurgun yapmış. At alır gibi dişlerine bakarak adam alınmış bu ülkeden, komik mi? Tamam, biliyorum trajikomik.
Eminim ki 1940 senesinde de 1960 yılındaki insanları güldüren bir iki abuk durum yaşanmıştır. Hatta gidin gerilere, ne bileyim Göktürklere kadar gidin, 20 yılda bir kesin olmuştur bir şeyler.
Bu yasaklar da 20 yılın getirisi, hiç merak etmeyin yani. Biraz yaşlanınca şu ülke üzerine anlatacak komik anılarımız olacak. Görmüş geçirmiş insanlar olacağız hepimiz, "youtube haftada bir engellenirdi..." diyerek dinleyenlerimizi şaşırtacağız. Güzel bir şey aslında, her yaptıkları nizami, her uygulamaları akılcıl bir toplum olsaydık bu kadar eğlenemezdik. Mizahtan yoksun kalırdık. Güzel böyle güzel, zaten hikayem film olmuş çok keyifliyim ben.

Cevval diyor ki:
Ne yap et, youtube'a gir!
Sanatı sanatçıyı sev, burunlarından öp!
Göktürkler'e git, bir kısa Winston kap gel!


Devamını da oku!>>

2 Mayıs 2008

Hayvanı severim, komşudan ötürü!

Hayvan severim ben. Çok duyarlı değilim bu konuda ama seviyorum hayvanı. Bu sevginin geçmişi de var. O yüzden zamanda yolculuk yapacağız şimdi.
Ben küçükken tek başıma doğmuşum, ikizim filan yokmuş yani. Aynı ailede benden önce doğan olmadığından kardeşim de yokmuş, benden sonra doğan da olmayınca "tek çocuk" sıfatını kazanmışım. Tek çocuk da ne pis bir sıfattır, sürprizlerle doludur, ürkütür bazen. Sorulur hep tek çocuğa "kardeşin var mı?" diye, "ben tek çocuğum" cevabını alınca göz bebekleri büyür soranın. Başında bir şaşırır, sonra süzer sanki çocuk her an bir pislik yapabilecekmiş gibi. Kırılabilir eşyaları kaldırır ortadan, emin olana kadar göz hapsinde tutar çocuğu. Kardeşsiz büyüyen çocukların şımarık, haylaz, psikopat, seri katil, tazmanya canavarı vs... olabileceği yönünde bir inanış vardı ben küçükken, hala öyle mi bilmiyorum. Bu inanışın üzerine bir de tavsiye edilen; "tek büyüyen çocuğun bencil olmaması için bir ev hayvanı edininiz", fikri vardır. Benim ebeveynlerimin de aklına yatmış olacak ki bu fikir, kediyle büyüttüler beni. 3 yaşımdayken alınan kedi ben 16, kendi 13 yaşına gelene kadar kardeşlik etti bana. Çok da akıllı hayvandı, laftan anlayan hayvan kavramıyla tanıştırdı beni.
Bencil oldum mu, olmadım mı bilmiyorum ama bir süre sonra hayvanı insanlardan çok sever oldum. Komşularımızdan filan daha çok seviyordum kediyi. Çok da haklıydım bence, masum yani hayvan bir hinliği yok ki. Komşu öyle değil, komşu puşt, komşu çakal. Ama kedi zararsız verirsen yiyor, vermezsen yemiyor, çok aç bırakırsan evdeki kuşu yiyebilir tabi. Kedi varken eve bir de kuş alınmıştı o zamanlar, kediye "sakın yeme lan bunu, postalarız seni sokağa" denmişti, o da yememişti, yıllarca dönüp bakmadı bile kafese. Laftan anlamaktan kastım budur, keriz köpek gibi otur denince oturmakla olmaz o laftan anlamak. Yiyorsa neden sonuç ilişkisi üzerine düşünüp değerlendirsin köpek söylenileni, öyle itaat etsin. Kedi nankördür muhabbeti var, alakası yok. Kedi akıllı. Biz bir hayvanın akıllı olması işimize gelmediğinden ona nankör diyoruz. Köpek saf, iki kuru ekmek ver kapından ayrılmaz. Kediye verirsin yer, bakar suratına bekler biraz, bir tane daha vermezsen basar gider, keriz mi kapında beklesin seni. İnsan da aynı, var mı bir kere yemek verip de kapınızda günlerce bekletebileceğiniz insan, yok.
Kedinin köpeğin de sokak kökenlisini daha çok severim ben, varoş hayvandır o. Cins hayvan gibi değildir. Cins hayvanı herkes sever, sevgiye doymuştur. Gelir kafasını okşarsın sallamaz seni, şımarık olur, bütün gün seviyorlar onu senin okşamana mı kaldı. Keriz gibi hissederim kendimi başkasının cins hayvanını severken. Öyle bir durur ki o hayvan, sanki sen onu sevmiyorsun da o sana kafasını okşatmak lütfunda bulunmuş. "köpek mi beni seviyor lan yoksa", diye düşündürür beni. Sokak hayvanı sevgiye daha aç ama, onun kafasını sevince daha çok sevinir o, değerini bilir. Sokak köpekleri öyledir özellikle, bir kere sev eve kadar takip eder. Kedi yavruları da aynıdır, bir kere seversin koşar peşinden. Büyüyünce akıllanıyor ama kediler, öyle bir kuru okşamaya kanmıyor, ihtimalleri pislikleri hesaplıyor, güvenini kazanmak zaman alıyor.
Hayvan severim ama duyarlı değilim demiştim, duyarlılar da bir acaip lan. Sokak hayvanlarını kısırlaştırma kampanyası düzenliyorlar paso. Yani diyorlar ki; biz insan ırkı olarak yeri göğü betonla doldurduk, diğer yaşam formlarına yaşayacak alan bırakmadık, beton sokaklarımızda gezer oldular, yaptığımız eziyet yetmedi, çüklerini tek tek büküp soylarını kurutucaz. Kendi çükünüzü bükün de kediye köpeğe yaşayacak yer kalsın kuntizler. Uzaylılar dünyada yaşayabilmek için gelip, hepimizi tek tek yakalayıp andropoza/menopoza soksa, soyumuzu tüketse, iyi mi olur.
Duyarlılık çok tuhaf bir şey, "sokak köpeklerine barınak sağlansın, bilmem n'apılsın, allaahh allaahh!" diye bir yırtınış var. Lüzumsuz aslında. Elleşmeyin mutlu mutlu yaşıyorlar işte, çöpten filan da olsa yiyor onlar bir şeyler. Çok duyarlıysan arada bir balkondan bir şeyler at aşağıdaki hayvanlara yeter. Ne uğraşıyorsun gariplerle.
Çocukken sokağa alıştırdığım bir sokak köpeği vardı, evden bir şeyler çıkartıp doyuruyordum bunu paso. Zararsız kirli cılız bir hayvandı işte, "Cevval alıştırdı köpeği sokağa..." diye laf yapar oldu puşt komşular. Çocuk aklımla dahi anlamamıştım bu mantığı, alışsın sokağa ne var ki renk oldu işte. Günün birinde yavşak komşulardan teki sopalayıp kovalamıştı hayvanı sokaktan, ciyaklaya ciyaklaya kaçtı hayvan bir daha geri gelmedi. Bir gün okuldan dönerken köpeğin ölüsünü gördüm uzaklarda, araba çarpmıştı herhalde. Belki de bizim çıkmaz sokağımıza alışmış olsa araba çarpmayacaktı diye düşündüm. Şahane beddua ettim komşuya, balkonuna asılı temiz çamaşırlara topak topak çamur atmaya başladım. Çocuk halimle, o temiz masum bünyeyle ettiğim beddua nasıl tuttuysa, kısa bir süre sonra rahatsızlandı kadın, hastanelik oldu. İyi de oldu. Hala için için sevinirim bu duruma, hak'etmişti. Araba çarpıp ölmüş olsa yine üzülmezdim herhalde. İlahi adalet derdim. Dedim! Hastalanınca da dedim ilahi adalet diye. Şimdi büyüdüm ilahiyatı pek mantğım almaz oldu, tutmuyor beddualarım. Böyle başına bir şeyler gelmesini istediğim biri olsa değiştiririm ama fikrimi.

Cevval diyor ki:
Hayvanı sev!
Komşunun hayvan sevenini sev!
Komşunun başını okşama!


Devamını da oku!>>